Özellikle yoksul kesimin de insan onurunu ayakta tutacak, temel gereksinimlerini karşılayacak sabit bir gelir paylaşımı 'toplumun insanlığa borcu'dur. Ve paylaşmayı 'göze alabilirsek' dünya hala hepimize yetecek kadar cömerttir.
Thomas More ve Juan Luis Vives daha 15.yy'da yaşanan sefalet karşısında hissettikleri sorumlulukla, 'Temel Gelir' çözümünden bahsederler.
Bu, 15.yy'da dile getirildiğinde dünya nüfusu ve işsizlik bu derece derin değildi. O zamanki yardımlaşma, insanı ayakta tutma, 'inanç ve üretim şekli' nedeniyle 'mecburi' olarak yaşamın içinde pratik bulabiliyordu.
Sanayi devrimi, savaşlar ve günümüz teknoloji gelişimiyle işsiz 'kitleler' in 'açlık' tehdidiyle karşı karşıya kaldığı gerçeği kapitalizmin kazananlarınca umursanmasa da şartlar, temel geliri zorunlu kılmaktadır.
TEMEL GELİR NEDİR?
Temel gelir veya vatandaşlık geliri, bir devletin tüm vatandaşlarına düzenli diğer gelirlerinden ya da servetlerinden bağımsız olarak toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle düzenli bir gelir sağlamasını öneren sosyal güvenlik kuramıdır.Yüzyıllar içinde pek çok duyarlı insan veya toplum bilimci tarafından temel gelir kavramı çeşitli şekillerde dile getirilmiş olsa da paylaşmayı sevmeyen insan egosu bunu sürekli tozlu tarih sayfalarına gömmeyi başarmıştır.
Vives'in düşünceleri Ortaçağ İngiltere'sinde on yıl kadar uygulanan "Yoksulluk Yasası" na temel olmuşsa da ne yazık ki temel gelir düşüncesi hala 'ütopik' kategorisini korumakta, henüz dünyada tam anlamıyla bu geliri vatandaşına sağlayan bir ülke bulunmamaktadır.
GÜNÜMÜZDE TEMEL GELİR...
Günümüzde Temel Gelir kavramını yasalaştıran tek ülke, Brezilya'dır. Uygulama sorunlu olsa da en azından ülkenin yoksul kesimine 'Temel Gelir' desteği sağlanmaya çalışılmaktadır. Avrupa ve dünyanın çeşitli ülkeleri, artan işsizlik ve yoksulluk karşısında yeni iş yönetim şekillerinin yanında Temel Gelir kavramını da kırk yıla yakındır düşünmekte, çözüm yolları aramaktadır. Fakat çalışmalar yıkıcı neolibaralizmin hızı ölçüsünde gitmemekte, zenginle yoksul yığınlar arasındaki uçurum derinleşmekte, zengin sayısı nicelik olarak azalırken sahip olduğu ve yönettiği servet büyüklüğü artmaktadır. Bugün dünyanın serveti ülkelerde değil, 'bir kaç insanın cebinde' dir.
PARANIN NEREDE HARCANDIĞI ÖNEMLİ!
Şahit olduğumuz üzere, dünyaya yeni bir düzen kurmak için sahip olunan kişilerce kullanılan servetin, insanlığa değer kattığını söylemek pek mümkün değil. Görünen o ki servet sahibi bu bir avuç insan hala, 'daha çok para' nın peşinde. İnsansız bir üretim ve insansız bir dünya hayalinde. Yarattıkları teknolojilerle insanları açlıkla, ölüm korkusuyla, sefaletle, hastalıkla tehdit etmekte. Düğmesi ellerinde 'Cyborg İnsan' nesli hayalleri, destekledikleri bilimsel çalışmalarda kendini göstermekte. Onlara göre toplumun 'zayıf halkaları'(?!) olan yaşlı, engelli, yoksul, işsiz, hasta vb. insanların hayatları belki bir virüs kadar bile değerli değil görünüyor. Biyolojik silah için 'bilimsel'(?) çalışmalar yapan laboratuvarlara, insan unsurunu üretimden saf dışı edecek akıllı robot üretimlerine merakları, tapınmaları; örtük ve açık destekleri aşikar...
OLAY ŞUDUR Kİ,
Gerek dünyada gerek ülkemizde siyaset ve sermayenin bunca iç içe geçmesinin 'vatandaş' için hiç hayırlı olmadığını gördük. Gösterdiler. Geniş yoksul kitleleri manipüle edebilen siyasetle, onu destekleyen sermaye toplumun özgüvenini, insan olmaktan kaynaklı erdemleri dahi olumsuz şekillendirmeye başladı.
UNUTANLARA DUYURULUR:
"İNSANIZ BİZ!"
Yaşama hakkı devredilemez, bağışlanamaz, kişiye bağlı en temel insan hakkıdır. Birey olmanın temelidir. Beslenme, barınma, sağlık, eğitim ve iletişim temel 'yaşam hakkının varlığı için gereken' temel şartlardır. Medeni dünyada yaşam hakları anayasalarla güvence altındadır. Ve fakat...
Güvence, devlet tarafından resen uygulanması gerekirken çoğunlukla vatandaşın talep etmesiyle ancak 'kıpırdamakta' dır.
Temel Gelir kavramına kimi 'kişi ve gruplarca' getirilen en büyük eleştiri, toplumu tembelliğe alıştırma endişesi. Oysa, herkese standart yaşam güvencesi sağlanmasının toplumu tembelliğe alıştırması, belli kesimin çıkarı için dilenciliğe alıştırılmasından daha sıcak ve insancıl geliyor yüreğe ve mantığa.
Zira, birinde toplum, tercihlerinde özgürken; diğerinde, 'veren el' tarafından iradeye ipotek konuyor...
Bu veren elin/ellerin ülke yönetimine talip veya iktidar ve sermayeyle işbirliği içinde olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı?..