Dünya güzeli tarihi bir kentin görüntüsünü, elimizden geleni ardımıza koymadan yok ettiler. Sadece bunu yapanlarda mı suç yoksa bu yapılaşmayı yeterince çaba harcayıp engellemeyen bizlerin de mi?
Eğri oturup, doğru bir iç hesaplaşmayı kendi vicdanımızla da yapmalıyız elbette.
Belki genç nesil anımsamayacaktır ama bir yirmi, yirmi beş sene öncesinde, özellikle kış aylarında muazzam bir kömür dumanı, özelliklede basık ve fakir kesimin ikamet ettiği semtlerde, bütün havayı kaplar nefes almakta dahi zorluk çekilirdi.
Yakıt kontrolü, doğal gaza dönüşüm ve katı yakıtta ise daha iyi kömür ithaline yönelmekle bu sorun hemen, hemen çözülmüştü.
Özellikle de daima temiz havaya hakim olan, karayel, yıldız ve poyraz rüzgarları, Karadeniz üzerinden serin ve temiz havayı İstanbul’a taşıyorlardı.
Yazın ise hiç kuşkusuz, gene kuzeyde ve Karadeniz’in, Anadolu ve Avrupa yakalarında ki bozulmamış orman dokusunun geniş yapraklı ağaçlarından, bol oksijen sağlıyorduk.
Ama ne yazıktır ki son on altı yıldır hem de öyle acımasızca bir betonlaşma sağlandı ki güzelim İstanbul havasını hem yeşilini hem de başta tarihi yarımda olmak üzere, bir birinden farklı adeta ben daha yükseğim ve çirkinin diye boy gösteren, gökdelenin de ilerisinde, göğü yaran yapılarla, görünümünü de geri dönüşümsüz olarak kaybetti!
Burada en önemli ve gözle görülmeyen sorun, soluduğumuz havanın, şehrin kuzeyinden temiz bir şekilde mi geldiği.
Yoksa en son yapılan ve geniş bir alana yayılı, kuzey ormanlarını da ortadan ikiye ayırıp, yerleşime açılma tehlikesi ile karşı karşıya bırakan, ucube ve yoğunluklu kara ulaşım yolları ve boğazın üstünde, ortalama 50 ile 70 metre yükseklikteki köprülerin üzerinden geçen araçlardan kopan partiküllerin, hava ve rüzgarlarla, yirmi milyon dinamik nüfusa ulaşan insanımızın ciğerlerine girip yerleşme ihtimali midir?
Gene ikinci büyük hava tehlikesi ise hiç kuşkusuz doğuda, Şile sahilleri ile birleşecek yapılaşma ile Avrupa yakasında, kuzey üçüncü hava alanı inşası ile Kilyos ve Karaburun’dan, Karadeniz’e yayılan bir betonlaşma mıdır?
Bu yayılma adeta şehirleşmenin habis tümörleri olan ve bir birine hiç benzemez, bir o kadarda sevimsiz beton kule ve blokların, yazın ikinci bir ısı makineleri gibi serin rüzgarlara büyük ve güçlü klima ısılarını eklemeleri ile de, yaz aylarında sıcaklığının artması ve hava serinliğinin yok olmasına da neden olmuyorlar mı?
Oluyorlar elbette…
Birde sözde çevre düzenlemesi diye yapılan parke beton ve asfalt yolların, gündüz ısıyı emip, gün batımında binalarla birlikte tekrar dışa verdiklerini katarsak?
Tüm şehrin, nasıl bir havayı soluduğu çok daha iyi anlaşılacaktır.
Siz birde buna artan bina, araç ve insan sayısı ile denetimsiz ve düzensiz çöp atıklarını ekleyin, eksilen ağaç ve ormanları da bu kaybedişlerin yanına koyduğunuzda, ne soluduğumuz değil, gelecek nesillerde ne gibi değişikler ve ne tür hastalıkları da birlikte getirecek, şimdiden ve çok ciddi şekilde araştırılmalıdır.
Aslında her otoban, yüksek viyadükler ile üç boğaz köprüsü ve sonrasında üçüncü hava alanın, hakim rüzgarlarda, bir kuzeyden bir de bu yerlerin güneyinden alınacak hava ve sonrasındaki analizlerde çıkacak sonuçlar, toplumla paylaşılmalı ve sürekli takibi yapılmalıdır.
Sözün özü;
Doğanın dengesini çıkarlar için bilinçsiz ve bilgisizce bozarsanız, biliniz ki sizden olmasa bile, sizden sonraki nesillere, mutlaka bedelini hem de acı bir şekilde ödetir!