Ayn Rand'ın meşhur romanı daha doğrusu distopyası Atlas Silkindi'yi bilmeyeniniz yoktur. Okumadıysanız bile mutlaka duymuşsunuzdur. Seçkinci Rand'ın kapitalistler lehine güzellemesini içeren roman; değer yaratan sermayedarların fabrikalarını, tesislerini bir gün ansızın kapatıp, onları kimsenin bulamayacağı bir yere giderek, dünyayı kendi kaderine terk etmelerini konu alır. Rand'a göre çağdaş düzen böylece çöker ve çaresiz kalan insanlık vahşi kapitalistleri yardıma çağırır vs.
ÇOK PARA DA BİR YERE KADAR
Rand yetenek sahibi insanların diğerlerine iş ve aş sağlayarak dünyanın yükünü omuzlarında taşıdıklarını savunur. Oysa dünyanın yükünü asıl omuzlarında taşıyanlar, Rand'ın aşağıladığı ve değersiz gördüğü geniş halk kitleleridir. Çünkü sözüm ona değer yaratanların ürettiklerini tüketen onlardır. Malum zenginliğin ölçüsü dünyamızda 50 milyon dolarla anlatılır. 50 milyon dolara sahip olan birinin aşağı yukarı yeryüzünde istediği hemen her şeye sahip olabileceği ifade edilir. Dünyada adaletsiz dağılan gelire baktığımızda tüm zenginlerin harcamaları onları daha zengin yapar mıydı? Diyelim ki, 100 trilyon dolarlık bir kapalı ekonomi var. Gelir farklı şekillerde 1 milyon zengine dağıtılmış olsun. Bu yüz trilyon dolar kendi içerisinde döner durur. Oysa bu sermayeyi ihraç edebildiğiniz sürece ona ilave değer katabilirsiniz. Sonuçta belli bir zenginlik düzeyine ulaşıldıktan sonra paranın da marjinal faydası bir yere kadar.
ÖLÇEK EKONOMİSİ Mİ DEDİNİZ!
O hasbelkader zengin olmuş sınıfların zenginliğinin sürmesi ve soylarının varlıklı kalması; sermayelerini kullandırabilecekleri, yarattıkları değerleri satabilecekleri geniş halk kitlelerine bağlıdır. Hollywood endüstrisinin ürünleri filmler gişe yapmalı ki yeni filmler çekilebilsin. Bizlerin hayranlığı sayesinde milyonlarca dolar kazanan yıldızlar ilgi görsün ki yeni filmlerde oynayabilsinler. Akıllı telefon kullanalım ki dev teknoloji şirketleri kasalarını doldurabilsin. Yüzde 1'lik nüfusa satılacak iphone ve ipad'lerin fiyatı ne kadar yüksek olursa olsun bir ölçek ekonomisi yaratmayacaktır. Buradan bakınca tüketiciler olarak, kendi değerimizin farkına varmalıyız derim. Tüketimden gelen gücü kullanmak sözü artık epeyce klişeleşti ama işin esası gerçekten de burada yatmakta.
SEN TÜKET, ONLAR ZENGİNLEŞSİN!
Şimdi geçenlerde ajanslar geçti. Ülkemizde 140 binden fazla milyoner varmış. Bunların sadece sahip oldukları mevduatlarının toplamı yaklaşık 943 milyar TL düzeyinde. Malum bunların mevduatları bankalar tarafından kredi olarak veriliyor. Mesela finans sektörümüzün kullandırdığı tüketici kredisi toplamı Şubat 2018 itibarıyla 521 milyar TL. Tüketiciler bu kredileri almamış ve faiz ödememiş olsa o mudilere bankalar nereden bulup faiz ödeyecek?
Bu yazıyı oldukça basit mantıkla yazıyorum. Çok detaya girmeden temel bir mesaj vermek niyetindeyim. Kapitalizm bizi aslında çok da ihtiyacımız olmayan malları, hizmetleri edinmeye özendirir. Gelirimiz yetmeyince kredi yani başkalarının parasını belli bir bedel karşılığı kullanırız. Oysa kendi yağımızda kavrulmayı tercih etsek; evet belki göreceli olarak fakir kalırız ama bizlerin sırtından birilerinin daha fazla zengin olmasını da önleriz. Hani bir hırka, bir lokma hikayesi var ya! Hele ki bu zenginlik/katma değer özellikle son yıllarda tabana yayılmaktan ziyade gittikçe daha fazla bir kısım azınlığın elinde toplanıyorsa. Bilmem anlatabildim mi?