Kamu alacaklarıyla ilgili yapılandırma dönemine girildi. Bu süreçte tüketici sivil toplum örgütlerinin tüketici borçları nedeniyle de böyle bir düzenleme yapılması talebi ise görmezden gelindi. Hatta KYK borçları yapılandırmaya sokulurken, bunların bazı şirketlere uygulandığı gibi affedilmesi ile ilgili öneri de reddedildi.
Elbette insanlar borçlarını ödemeli. Bunda hiçbir şüphe yok. Şüphesiz herkese eşit olarak uygulanması kaydıyla... Öte yandan kamu alacakları insaf ölçüsünde olmalı ve belli bir mantığın çıktısı olarak hayatımızda yer almalı ilkesini de göz ardı etmemek gerekiyor.
Bunun altını çiziyorum zira KYK ile GSS ve vergi ile prim borçları arasında önemli bir bağ var. Bu bağ ve sorunun gerçek nedeni konuşulmadan, alacakların borç olarak hayatımızda yer alması kaçınılmaz.
Bunların en temelinde de GSS primleri geliyor. İşini kaybetmiş bir insandan sağlık primi istemek, geliri olmayan bir kişinin ödeme yapmasını talep etmek öncelikle akla, sonra da sosyal devlet anlayışına tamamen terstir.
Herhangi bir işte çalışamayan, yani hanesine gelir sokamayan insanların ekmek parasına göz dikip, sonra da Genel Sağlık Sigortası primi talep etmenin mantığını çıkıp birisinin anlatması lazım.
Yani ortada ilkesel bir sıkıntı var. Fakat yapılandırma ile birlikte nefis bir hokus pokus uygulaması gündeme geliyor.
İşsiz insandan GSS primi istiyorsunuz. Mantığına karşı çıktığı ya da zaten bir geliri olmadığı için ödemesini yapamıyor. Hoş açlık sınırının altında asgari ücretle çalışan nüfusun yüzde 40’ını aşkın bir diliminin gelir elde ettiğini düşünürseniz, o bile sıkıntılı bir konu ya neyse.
Şimdi yapılandırma ile ne oluyor biliyor musunuz? Mantık olarak işsiz insandan talep etmemeniz gereken bu prim legal hale geliyor. Yani siz birikmiş GSS borçlarınızı yapılandırmak için başvurduğunuzda, aslında borcu kabul etmiş oluyorsunuz. Bu durumda da anayasaya dayanarak açabileceğiniz herhangi bir dava kalmıyor.
Çünkü iş, salma olmaktan çıkıp, borç haline dönüşüyor. Denilebilir ki, sağlık hizmetinin bir bedeli var ve kamu bunu sonsuza kadar nasıl ücretsiz karşılasın? Şüphesiz bunun da bir mantığı yok. Ama vergi gelirlerinin içinde yüzde 80 ağırlıkta gelir gözetilmeksizin alınan dolaylı vergiler olduğunu düşünürseniz bu tez de çöküyor.
Yeter mi? Yetmez... Her şeye rağmen sağlık giderlerini gelir ölçüsünde ayrıca değerlendirebiliriz. Ama burada da işin temelindeki problem ortaya çıkıyor. Siz üretim esaslı bir ekonomik politika uygulamazsanız, yani üretim ekonomisi söylemi sözde kalır, icraatta ithalattan kaynaklı vergilerden vazgeçerek istihdam ortamını desteklemezseniz, insanlara da iş bulamadığınız gibi, işsizken GSS de isteyemezsiniz.
İşte KYK, vergi ve prim borçları ile GSS arasındaki ilişki buradan başlıyor. Türkiye’de üniversite eğitimi sırasında KYK olanaklarından yararlanmış, ama mezun olduktan sonra iş bulamamış insanlardan bu paranın tahsiline gidemezsiniz. Vergi ve primleri, reel sektörün ödeyebileceğinin üzerinde tutarak, istihdam piyasasını geliştiremezsiniz.
Çalışırken ağır vergi ve primler tahsil ederek, işveren yükü taşıyamadığında, işsiz kalma gerçeğiyle yüzleştiğinde de GSS isteyerek sonuç almak mümkün değil. Türkiye’nin sinekten yağ çıkarmayı haksızlık boyutuna getirerek, işsizden sağlık primi isteyip, vermeyince yapılandırmaya giderek borcu yasal hale getirmesiyle yaptığı sihirbazlık adil bir yaklaşımın eseri denemez.
Resmi rakamlara göre bile her 3 gençten birinin işsiz olduğu, insanların her ay istihdam piyasasının dışında kaldığı ve ekonomiyi yönetenlerin de istihdamı geliştirecek ve destekleyecek ortam yaratamadığı koşullarda GSS primi isteme hakkı yoktur. Dert finansman ise, dolaylı vergi gelirlerine bakılsın.
Asla tahsil edilemeyen primleri, yapılandırma adı altında ‘gel başvur seni affedeyim’ demek ise kendi vatandaşını aldatmaktır. Yani hokus pokus yapıp, haksız bir salmayı, legalize etmektir.