Ülkede yaşananlar, kısır bir siyasetin ürünü ya da kayıkçı kavgası haline dönüştürülerek önemsizleştiriliyor ama yaşananların ciddiyetin arttığı bir gerçek. Bunun bir fikir ayrışması ya da yorum farkıymış gibi üstünün örtülmesi mümkün değil.
Vatandaşın ekonomik olarak her geçen gün eridiği açık. Hatta Tüketici Birliği Federasyonu Başkanı M. Bülent Deniz, geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamayla ‘ekonomi politikası iflas etmiştir’ diyerek son noktayı koydu.
Konu, her meseleyi ekranlara çıkıp, her konuda uzman edasıyla boş konuşanların insafına bırakılamayacak kadar derin yarıklar açmaya başladı. Bir tarafta ailelerin daralması, diğer tarafta insanların kurum ve kişilerle olan borç / alacak kaynaklı ilişkilerinin zedelenmesi, azımsanacak bir başlık değildir.
DİSK-AR’ın son raporuna göre yılın sadece iki ayında emekli ve çalışanların cebindeki paranın toplamda 101 milyar TL eridiği gerçeği ortaya koyuluyor. Daha somut bakarsak, 22 bin 104 TL olarak açıklanan ve Cumhuriyet tarihinin en yüksek maaşı olarak reklamı yapılan asgari ücretin sadece iki ayda bin 640 TL’si buhar oldu.
Bu kadar büyük bir yıpranmaya hangi maaş dayanabilir ki? Üstelik verdiğiniz rakam insanların cebine girdiği gün açlık sınırının altında kalıyorsa, halen talepten kaynaklanan enflasyondan bahsediyor olmak, ya bilinçsizlik, ya bilgisizlik, ya da iyi niyetli olmamaktandır.
Keza sosyal yardım harcamalarına da baktığınızda 3,6 milyon hanenin aşırı yoksulluk sınırında olması ve yardım alan hane sayısının 4,5 milyonu vurması da ayrı bir dram. Bir önceki seneye göre artış hızının yüzde 60’ının üzerinde olduğunu ortaya koyan muhalefet değil. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2024 raporlaması…
Çok ciddi anlamda yoksulluğun ve yoksulluk rakamının hedef ve mit haline geldiği bir ülkede yaşar oldu. Ülkede yoksulluk sınırı 75 bin TL’yi vurdu ve bu kadar gelir girmeyen çok sayıda hanenin olduğu biliniyor.
Ülkede insanların gelirlerinin yüzde 83’ünü gıdaya harcamak zorunda kalması, büyük bir fakru zaruretin yaşandığını ve ekonomi yönetiminin iddia ettiği gibi tüketimden kaynaklanan bir enflasyon oluşmadığını bize anlatıyor.
Ama 2024 yılının yüzde 3,2’lük büyümesine bakarsanız, kompozisyonlarını incelediğinizde hane halkı tüketimin yüzde 2,3’le hakim konumda olduğunu, harcama eğilimleri ile birlikte okuduğunuzda da, bunun adet, gramaj gibi çoğalan tüketimden değil, birim başına ödenen fiyatların artmasından kaynaklandığını görürsünüz.
Üstelik 2025 yılının devamına baktığınızda, rakamları düzelten ama insanları perişan ederken yok sayan yaklaşımla, çok daha zorlu bir süreci karşıladığımız da açık. Döviz kurundan faize kadar her şeyin gerçek olmayan bir enflasyon verisiyle alt üst edildiği bu ülkede, sorunlarımızı çözmek istiyorsak, gerçek verilerle yüzleşmek durumundayız.
Aksi takdirde erimenin hızla devam ettiğini, ağırlaşan şartların da hane sıkıntıları arttırarak, problemleri körükleyeceğini bugünden görmek mümkün. Elbette bakanlar görmek isterse…