Vatandaşın enflasyonla imtihanı devam ediyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, daimi oblarak çıkıp dezenflasyondan bahsederken, Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan, hedeflerin geçerli olduğunu dile getirirken, araştırmalar da, sokak da, Merkez Bankası Başkan Yardımcısı da farklı bir gerçeği ortaya koyuyor.
Bir rakam tutkusu içinde insanların dişini sıkması gerektiğini anlatan, meseleye tamamen finans odaklı bakıp, sokaktaki insanı, müteşebbisi ikna edilip, oyalanması gereken unsurlar görürken, Şimşek, olası bir carry trade çıkışına yönelik senaryo hazırlıyor mu, tartışılır.
Tamamen rakam tutkunu olmuş bir histeri içinde hareket eden ekonomi yönetimi, meseleye yabancılaştığını her fırsatta kanıtlıyor. Enflasyondaki artış hızında düşüşten söz ederken, kimsenin açıklanan enflasyona inanmadığı gerçeğini göz ardı eden ekonomi yönetimi, gözüken o ki asgari ücret ve emekli kadar, işletmeleri de kur ve maliyet ekseninde gözden çıkarmış gözüküyor.
Peki o zaman enflasyon kime düşecek? Çünkü Merkez Bankası’nın Hane Halkı Enflasyon beklentisine baktığınız herhangi bir gevşeme görmüyorsunuz. Üstelik bu beklentilere verilen gerçek yanıtları da merak etmiyor değilim.
Acaba rakamlar açıklanan enflasyona uyduruldu mu, yoksa sokaktaki vatandaş gerçekten yıl sonunda enflasyonun yüzde 72 olacağını mı düşünüyor. Bu mutlaka açıklanması gereken bir detay.
Zira üç haneli bir enflasyon ortamında yaşayan kişilerin, satın alma gücü daimi olarak düşerken, yıl sonunda enflasyon beklentisinin yüzde 72 çıkacağına ilişkin ciddi şüphelerim var.
Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki araştırmalar beş evden birinin ısınamadığından söz ediyor. Belki sıcak yaz günlerinde yeterince anlaşılamayabilir, fakat insanların ya yakacak için para ayıramadıklarından ya da bir tesisatı olduğu halde, örneğin kombiyi yakmamasından bahsediyoruz.
Ekonomi yönetimi ile vatandaş ve reel sektör arasındaki uçurumun hızla büyümesi, tüm tercihlerin serseri para çekimi için kullanılması, bu uğurda geleceğe faturalar biriktirilmesi, hatta kuru sabit tutmak için para yakılması bizi istenmeyen sonuçlarla baş başa bırakacaktır.
Geçmiş yıllarda da krizlerimiz oldu. Türkiye’nin krizlere karşı şerbetli olduğunu düşünenler var. Fakat göz ardı ettikleri unsun, aile içi dayanışma için kaynağın kalmadığı, insanların büyük oranda ücretlerinin güdükleştiği ve aşırı borçlu bir yapıya büründüğüdür.
Bu şartlar altında ödemeler zincirindeki ilk kırılma, beraberinde domino taşı gibi diğer kaleleri de yıkacak ve telafisi zor, karşılanması ağır faturaları da önümüze getirecektir. Meselenin geçimin ötesinde bir beka soruna haline dönüştüğünü anlamayıp, hamasetle milli olma söylemleri geliştirenlerin bence tarihten alacakları dersler var.
Düyunu Umumiye’yi, kapitülasyonları ve Lozan’da Lord Curzon’un söylediklerini hatırlasınlar ve ülkeyi nasıl bir uçurama götürdüklerini fark etsinler. Zira takat bitti.