Yılın ilk enflasyon raporu açıklandı. Gözüken o ki, hedef enflasyonlara bakılırsa fakirleşme, geçim sıkıntısı, satın alma gücündeki ve gelirlerdeki erime sürecek. İşin dezenflasyon söylemlerini ve hayali rakamları bir kenara bırakırsak, öncelikle gelecek yılki hedef değişmedi.
Bu da ufak oynamalarla birlikte 2025’in sonunda yüzde 12’lik bir ücret artışını önümüze koyuyor. Ayrıca ara zam gibi düşüncelerin hesaba bile katılmadığını görüyoruz. Yani vatandaşın çilesi devam edecek.
Üstelik Merkez Bankası’nın eş zamanlı Hükümet’e yazdığı mektuba da bakarsanız, tüketici enflasyonuna en büyük katkının hizmet fiyatlarından geldiğinden bahsediyor. Ama bu hizmet restoranda yenilen bir yemek değil. Kiralardan söz ediyor.
Eş zamanlı olarak gıda, ulaştırma gibi başlıkların ağırlığını enflasyon sepetinden düşüren, ama kirayı hizmetten öte bir anlam taşıdığının farkında olmayan, tüketimin adet ya da gramajdan değil, yükselen fiyatlardan kaynaklandığını görmezden gelen bir yaklaşımın neresinden tutacaksınız?
İtiraflar manzumesinin bir detayına daha bakalım. Enflasyon raporunda çıktı açığından söz ediliyor. Kimse işin bu boyutunu konuşmadı. Ne demek çıktı açığı? Kitabi tanımı aktarayım: “Para politikası açısından potansiyel üretim, teknoloji düzeyi veri iken emek ve sermaye faktörleri etkin kullanılarak enflasyonda bir artışa neden olmaksızın ulaşılması mümkün olan en yüksek üretim düzeyine karşılık gelmekte ve ek bir enflasyon yaratmayacak üretim düzeyini ifade etmektedir.”
Peki raporda ne diyor? Onu da birebir paylaşayım: “Çıktı açığı üçüncü çeyrekten itibaren negatif seyrediyor. Çıktı açığı önümüzdeki dönemde negatif seyrederek dezenflasyon sürecinin önemli bileşeni olmaya devam edecek.”
Yani bu ne demek? Emek ve sermaye faktörlerini bastırdık, daha da bastırmaya devam edeceğiz, bu sayede enflasyonu kâğıt üzerinde düşürmemize katkı sağlayacak. Kimse kusura bakmasın işin Türkçe tercümesi bu.
Özetle vatandaşın gelirini kısalım, giderini arttıralım, ardından madde sepetindeki oranları gerçekçi olmayan rakamlar üzerine kurgulayalım. İç piyasayı da çökertir ya da fiyatları ulaşılmaz kılarsak, enflasyonu düşürürüz. Sizce bu normal mi?
Ekonomi yönetimi insandan vazgeçmiş ve insanların gelirlerinin yetmediğini dikkate almıyor. Bunun karşısında da kredi kartından, bireysele kredileri ve taksit miktarlarını kısıp, yine piyasada sıkılaştırıcı davranıyor.
Sonuç mu? Zaten çaresiz kalan insanlar yine de kredi başvurularına yöneliyor. “BDDK verilerine göre, toplam tüketici kredilerinin içinde ihtiyaç kredileri 1 trilyon 445 milyar TL ile en büyük paya sahip. 17-24 Ocak haftasında ihtiyaç kredilerinde yaklaşık 14 milyar lira artış yaşandı.”
En ucuz kredi maliyetinde 50 bin TL alınan kredinin 12 ay sonra geri ödemesi ise 64 bin TL’ye yaklaşıyor. Fakat sıkıntı içindeki insanlar, sonunu ve maliyetini düşünmeden buna yöneliyor.
Peki insanlar hangi ihtiyaçları için borçlanıyor? Gıdadan kiraya, ulaştırma maliyetlerinden sağlığa kadar acil durumu karşılamak ve günü kurtarmak için. Üstelik ekonomi yönetiminin bu gerçek gündemine bile gelmiyor. İşte en acısı da bu.