Türk insanı yamalı pantolondan bugün borç parayla zenginleştiğini
zannettiği bir noktaya geldi. Yamalı pantolonlar, ökçesi değiştirilen
ayakkabılar, veresiye defterine hesap yazdırmalar, büyüyen çocukların
eskilerini küçüklerin giydiği, küçüklerin ağabey ya da ablalarından kalan
kitapları kullandığı yıllardı.
Yüzü gülen, en ufak bir şeyle mutlu olabilen, biri dara düştüğünde mahallece yardım eden, köylerde imece yapmayı becerebilen insanlardık. Bugün geldiğimiz noktada son model cep telefonlarımız, lüks konutlarımız, kredi kartlarımız, otomobillerimiz ve hatta lüks alışveriş merkezlerimiz var. Ne var ki mutlu olamıyoruz ve geçinemiyoruz.
Bir zamanlar emekli ikramiyesiyle ev alan insanlar bugün yalnızlaştığı toplumun içinde acımasızca rekabet eden, buna rağmen geçinemeyen kalabalıklar haline dönüştü. Gelişme, zenginleşme, bunun yansıması olarak da daha iyi ürünler kullanma elbette her insanın hakkı. Ama biz bunları hak ettik mi; işte bu soruyu kendimize hiç sormadık.
Kredi ya da kredi kartlarıyla başkasının parasını kullanan, üretimi terk eden, kazandığından daha çoğunu borçlanarak harcayan insanların bunu hak ettiğini söylemek ne kadar doğru? Dünya ekonomisinde satılabilir herhangi bir buluş yaptık mı? Aldığımızdan daha çok mu satıyoruz?
Gün sonunda en klasik gıda ürünlerimizi bile ithal eden, tarım ve hayvancılıktan uzaklaşan, ihraç ettikçe daha az para kazanan, ithalatına birim başına daha çok bedel ödeyen bir ülke olduk. Bu süreçte kim ne kadar övünürse övünsün, üzerinde oynanmış rakamlar fakirleşme gerçeğini de, işsizliği de, enflasyonu da, değer kaybeden TL’yi de değişmiyor.
Ülke ekonomisinde büyük hatalar yapıldı ve bizi kıt kaynaklarıyla iyi geçinen insanlardan, tüketen bir toplum haline dönüştürdü. Peki ekonomiyi yönetenler hatalı da bizler, yani sokaktaki insanlar çok mu masumuz?
Ticaret Bakanlığı’nın son açıkladığı Türkiye İsraf Raporu bizim de çok masum olmadığımızı gösteriyor. Rapora göre “haftada ortalama 2 ekmek israf edilirken, vatandaşların cep telefonu değiştirme sıklığı ortalama 3,7 yıl, otomobil değiştirme sıklığı ise 8 yıl ve üzerini buluyor.”
Başkasının parasıyla yaşamaya alışan insanların geçim zorluğu çekmekten başka bir sonuç yaşaması mümkün değil. Elbette bizi buraya ekonomiyi yönetenler itti. Fakat biz de yamalı pantolondan lüks takım elbiselere geçerken ‘acaba harcadığım kadar kazanabiliyor muyum’ diye hiç kendimize sormadık.
Şimdi pantolonlarımız son modaya uygun; cep telefonlarımız dünyada bunları üretenlerin bile sahip olamadıkları düzeyde yaygın; herkesin altında banka kredileriyle alınmış otomobiller ve borç demeye bin şahit lazım gelen fiyatlarla satılan evler, içinde de son derece lüks mobilyalar var. Ama hem mutsuz, hem borçlu, hem de fakiriz.
Çünkü bunları kazanmadan harcadık. Kendimizi şaşırdık. Halen de yeterince ders aldık mı tartışılır. Zira eminim ki yeniden aynı fırsat gelse, yine aynısını yapacak insan sayısı azımsanmayacak ölçüde. Ders almıyoruz ders ve başkalarının sunduğu bu borç parayla sunulmuş yalan hayata inanmayı tercih ediyoruz. Hem de israfa bile aldırmadan.