Mimar Sinan’ın “kalfalık eserim” dediği Süleymaniye Camii, caminin külliyesi içinde yer alan ve hemen karşısında bulunan meydan ve çarşı, yurtiçi ve yurtdışından çok sayıda turistin ziyaret ettiği önemli bir merkez… Özellikle Ramazan’da buraya gelenlerin sayısı önemli ölçüde artıyor.
Süleymaniye Külliyesi’ndeki çarşıda her biri 15 m2 civarında, 30-35 dükkan var. Bunlardan 11 tanesini resmi kurumlar kullanıyor. Geri kalan dükkânların 2 tanesinde hediyelik eşya satıcıları var. Diğer dükkânlar büyük çoğunluğu kurufasulyeleriyle meşhur olduklarını iddia eden ve yarıdan fazlasını sadece bir işletmecinin işgal ettiği,içiçe geçmiş dükkânlardan oluşan lokantalar bulunuyor.
Geçenlerde yolum buraya düştü. Meşhur kurufasulyeyi tatmak istedim. Bir hat üzerinde bulunan çarşıyı, önce baştan sona kadar dolaştım. İki dükkanın birleştirilmesinden oluşan ve meşhur işletmecinin lokantalarından birine girdim. İstanbul’un en gözde dini ziyaret merkezi ve turistik yerlerinden Süleymaniye Meydanı’nda yemek yiyeceğim.
Garsonlar siyah pantolon, beyaz gömlek ve boydan askılı siyah önlük takıyorlar. Ama saç-sakal ve tavırları, yoldan geçene bu kıyafetler giydirmiş gibi… Çay ocağında, bulaşıkhanede, ortalarda bir sürü sivil kıyafetli adam…
Lokantanın içinde aşçı, mutfak ya da yemek teşhir hattı yok. Bir ofis ve onun yanında önüne buzdolabı konulmuş bir duvarın arkasında, çayocağı ve bulaşıkhane olarak kullanılan bir bölüm var. Yemekler (tıpkı otogarın her yerini kaplamış meşhur otobüs firması gibi) çarşının büyük bölümünü kaplamış işletmenin diğer dükkânından geliyor.
Meşhur denilen kuru fasulyede ne et var, ne tereyağ, ne domates, ne yeşil biber, ne de lezzet… Tabak her esnaf lokantasında olan cinsten… Sadece salça ile yapılmış, suyu az, sıradan bir kurufasulye yemeği…Masa sandalyede bir özellik yok. Tek farklı şey, yemeğin üzerinde servis edilen bütün kırmızı acı biber…
Bu mu? Norm yok, hijyen yok, sunum yok, lezzet yok, kalite yok… Koskoca Süleymaniye Çarşısı’nın yarısı bir kişinin elinde… Ürün ne? Meşhur kurufasulye…
Artık başta turizm ve üretim olmak üzere; kalite ve katmadeğerli ürün-hizmet diye çırpındığımız bir dönemdeyiz. Bu olur mu? Memleketin, şehrin vitrini böyle mi teşhir edilir? Kültür nerede, turizm nerede, kalite nerede? Burada yemek yiyen, bir daha yer mi, bir daha gelir mi?
461 yıl önce ibadete açılmış, Türk-İslam Dünyası’nın çok önemli bir mabedi ve turizm merkezlerimizden bir tanesi, (işletmeci demeye dilim varmıyor, çünkü değiller) birkaç iptidai fasulyecinin insafına bırakılmamalıdır.