Koronavirüs salgını, özel hastaneleri talep ettikleri tedavi ücretleri ve uygulamalarından dolayı bir kez daha gündeme getirdi.
Acil olarak başvuranlara, yeşil bölge veya poliklinik işlemi uygulanarak para talep edilmesi, 112 Acil ambulanslarının getirdiği hastalardan para talep edilmesi, tedavilerde talep edilen fiyatların yüksekliği, hastanelerin fatura ve hizmet dökümlerini vermekten imtina etmeleri, taburcu olanların hastaneden çıktıktan birkaç gün sonra bile hastanede yatıyor gözükmeleri ve bir yandan hastaların eczanelerden ilaç alamayıp mağdur olurken, hastanelerin de bundan haksız kazanç sağladıkları iddiaları şikayet konusu edilmekteydi.
Son günlerde de, özellikle Covid-19 hastalarının tedavisi için hastaneye yatmadan önce ya da taburcu edilirken istenen ücretlerin yüksekliği sık dillendiriliyor. Özel hastaneler de, devlet tarafından kendilerine ödenen ücretlerin düşüklüğünden bahisle, bizzat bağlı bulundukları sivil toplum örgütünün başkanının ağzından TV haber programlarında yakınmaya başladı.
4 Nisan’da yayımlanan tebliğ ile özel hastanelerin yatak ücretlerine önce % 100 zam yapıldı. 9 Nisan’da yayımlanan tebliğ ile de, bu tarihten sonraki Covid-19 hastalarının tüm tanı ve tedavi masraflarının devlet tarafından karşılanacağı hükmü getirildi. Oysa Türkiye’de ilk Covid-19 vak’ası 10 Mart’ta görüldü. Uygulamanın başlangıç tarihinin 9 Nisan olması, anayasamızın eşitlik ilkesine aykırıdır.
Peki sağlıkta konunun tarafları kimler? Bir tarafta hastalar, bir tarafta hastaneler var. Son dönemde her akşam Sağlık Bakanı’nı TV ekranlarında gördüğümüz için bu işin otoritesi olarak Sağlık Bakanlığı zannediyoruz. Aslında bu bir yere kadar doğru... Ruhsatı veren de, sağlık kurumlarının medikal hizmetlerini ve normlarını denetleyen de Sağlık Bakanlığı... Ama paraları ödeyen, işin gerçek patronu başka...
Dikkat ederseniz, yukarıda masrafları devletin karşılayacağından bahsettik. Burada devleti temsil eden kurum SGK... Bireysel müşteriler dışında, özel ve kamu hastanelerine en büyük parayı ödeyen kurum SGK...
Hangi işlemlere, hangi ilaçlara, hangi sarf malzemelerine, hangi doktora, ne zaman, ne kadar, hangi şartlarda para ödeyeceğine karar veren SGK... Bunu yaparken de 2013 yılında kabul edilen ve aradan geçen 7 yıllık sürede 46 kez tadil edilen, Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliği’ni esas alıyor.
Tebliğ denilince öyle 5-10 sayfalık bir doküman akla gelmesin. Kendisi 178 sayfa, tebliğin ekleri 889 sayfa, tamamı 1.067 sayfalık bir külliyat... Yüzlerce-binlerce kalem ve parametre var. Böyle bin sayfalık külliyatın tamamını kim bilecek de, faturalanan hangi işlemin yapılıp, hangi işlemin yapılamadığını kim takip edecek? Tebliğe ve eklerine bir göz atarsanız, ne demek istediğimi oldukça iyi anlayacaksınız.
Tıbbi hizmetler, farklı disiplinler ve tıbbi uzmanlıklar gerektiren bir alan... Tıpta bir deyim vardır: hastalık yoktur, hasta vardır. Her bir hastaya uygulanan işlem de doğal olarak farlılık arz ediyor. Bırakın devleti-memuru, vatandaş kendine yapılan işlemlerin doğru mu-yanlış mı, yapıldı mı- yapılmadı mı? Bunu her zaman bilebilmesi ve hakkını savunması ne kadar mümkün?
Sağlık Uygulama Tebliği’nin 1.9.1-(7) maddesi, hasta taburcu olurken faturasının ve hastaya yapılan işlemlerin dökümünün verilmesini ya da e-posta ile gönderilmesini öngörürken, çoğunlukla bu belgelerin verilmemesi de ayrıca şikayet konusu ediliyor.
Fiyatın yüksekliği ile ilgili şikayetler Sağlık Bakanlığı’nın ilgi alanına girmiyor. Onlar sadece tıbbi konulara bakıyorlar. SGK’ya şikayet edildiğinde ise “
hastaneler ile kurumumuz arasında bulunan protokol metninde yasal olmadığı halde sigortalı ve bunların bakmakla yükümlü oldukları kişilerden alınan ilave ücretin geri iadesine ve ilgili sağlık kuruluşuna cezai işleme yönelik bir madde bulunmamaktadır.” diyerek, işin için çıkmaktadır.
Hal böyle olunca da, meydan özel hastane yatırımcılarına ve insaflarının ölçülerine kalıyor. Çünkü devlete yanlış yapılmadığı sürece, vatandaşa yapılan haksızlığı giderecek özel bir düzenleme yok.