Türkiye’de rakamlar üzerinden enflasyon oranları konuşulurken, işverenin vermekte zorlandığı asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı fotoğraf yine hayatımıza girdi. Yine diyorum, çünkü son 2-3 yıldır bu kurgu hiç değişmedi.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, açlık sınırının altında yaşanan gerek asgari ücretlilerden, gerekse emeklilerden çıkan sese kulaklarını tıkamış, rakam tutturma duygusuyla ekonomik başarı peşinde koşuyor.
Oysa asgari ücretin ortalama ücret haline geldiği 17 bin 2 TL de, iki emekliden birinin aldığı 10 bin TL de sefalet sınırını bile geride bırakmış durumda. Ama ekonomi yönetimi, burada bir düzenleme ihtiyacı bas bas bağırırken, bu tüketimsizlikten medet umarak enflasyon düşürmenin peşinde…
Elbette enflasyon çok yıpratıcı bir başlık. Cumhurbaşkanı’nın söylediği gibi ne verirseniz verin fayda etmeyen maaşları ortaya çıkarır. Lakin meselenin, standart bir ekonomi fotoğrafı içerisinde değerlendirme aşamasını çoktan geçtik.
ABD veya AB ülkelerinde bunu konuşuyor ve mücadeleyi bu metotla yapmayı bir seçenek olarak görüyorsanız, anlaşılabilir. Fakat burada insanlar bırakın geçinmeyi, karnını doyuracak parayı bile hesap etme noktasındayken, artık fedakârlığı bu kitleden bekleyemezsiniz.
Kitle dediysem yanlış anlaşılmasın. Ülke nüfusunun yüzde 80’inden söz ediyoruz ve bu durum artık sürdürülebilir olmaktan çıktı. Açlık kapıyı çaldığında, algılarla hiçbir şeyi düzeltemezsiniz.
İnancın bile aç ise, doyacak kadar almaya izin verdiği bir sistematik içinde, hem insanları aç bırakıp, hem ekmek verenleri kaderine terk edip, hem de her ikisinden birden vergi toplamaya kalkıyorsanız, onun literatürde adı vergi olmuyor.
Ekonomi yönetiminin bir an önce bu akıl tutulmasından kurtulup, ülkenin gerçekleriyle bağdaşan, sorunları kabul eden ve bu kabulleniş sonrasında ortaya konulan çözümler içinden metot arayan bir yapıya dönüşmesi gerekiyor.
Bugün itibariyle açlık sınırı 17 bin 725 TL oldu. Yani alınan ücretten bile uzağa düştü. 725 TL, bu kadar kısıtlı bir gelir kurgusunda yıkım ölçüsünde ya da nefes aldıracak boyutta bir farktır.
Şayet mesele buraya geldiyse, artık lafı bırakıp, sokağın gerçeklerine yüz çevirmek gerekiyor. Yoksulluk sınırının bile 57 bin 736 olarak hesaplandığı ülkede, yapılan tüm yanlışları sineye çekip, insanlardan sabırlı olmasını bekleyemezsiniz. Çünkü açlık kapıyı çalınca, diğer tüm konular biter.
Ayrıca tek başına insanlara zarar vermiş de olmazsınız. Dürüst çalışan esnafa, sanayiciye, iş arayana, personel peşinde koşana, kayıtlı çalışana, bütçe gelirlerine, kayıt dışı ekonomiye tümüyle dengesizlik yaratırsınız. Daha fenası sorunu yok saydıkça işleri de içinden çıkılmaz noktaya taşırsınız. Uyanın artık bu sahte mutluluk dünyasından.