Ülkede ekmekle başlayan ‘askıda’ diye bir kavram var. Şu an itibariyle olay o kadar büyük boyut kazandı ki, kırtasiye malzemelerine kadar sirayet etti. Elbette meselenin iki tarafını da görmek gerekiyor.
Yani bir yanda ciddi bir fakru zaruretin fotoğrafı var, diğer tarafa dönüp baktığınızda halen yardımlaşma duygusunun bu toplumda varlığını korumasının verdiği umut söz konusu. Bir örneği Yalova’da gerçekleşen uygulama gerçekten oturup uzun uzun düşünmemizi gerektiriyor.
Yılın başına çok kötü koşullarda başlayan ve yılın sonunu getirmekte zorlanan vatandaş, işin sonbahar ile birlikte okullarla başlayan yükselecek harcama kalemleri arasında büyük bir çaresizlik sergiliyor.
Şüphesiz çıkıp ‘bakın nasıl bir yardımlaşma var’ diye bunu bir övünç meselesi yapmak mümkün. Çocukluğumuzda da bu dengesizlikler vardı. Ama okullarda öğretmenlerin öncülüğünde yardım toplanır, ihtiyacı olanlara verilir, kimin ne aldığı ve verdiği belli olmazdı.
Bunun artık okulların içinde halledilmekten öte bir noktaya düşmesi, en azından askıda mantığıyla alan ile verenin birbirini tanımaması çok güzel bir uygulama. Ama konuya böyle yaklaşıp işin içinden sıyrılamayız.
Victor Hugo’nun mantığı aslında bu memleketin de yaşadığı çelişkiyi ortaya koyuyor. Diyor ki: “Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk.” Şayet konuyu yoksulluğu ortadan kaldırmak hedefiyle ele almıyorsanız, yardım toplumu yaratır, bunun da manevi kazanç olduğunu zannedersiniz.
Oysa bir tarafta fakirliği kurumsallaştırır, diğer tarafta yardıma alışan bir toplum yaratarak, hak arayan toplumdan uzaklaşırsınız. Sosyal yardımlarla ya da yeşil kart uygulamalarıyla ülkenin yaşadığı dönüşümü, bugünkü içinden çıkılmaz ucuzlaşmayla birlikte değerlendirmek durumundasınız.
Sosyal devletlerle yardımlar, kişilerin ya da ailelerin ayağa kalkma sürecine katkıda bulunmak ve desteklemek amacıyla kullanılır. Bizde ise bu bir tür maaş haline dönüşmüş, ne yazık ki, ihtiyacı olmayanların bile almasıyla istismar edilen, diğer tarafta da oya tahvil eden bir özellik haline gelmiştir.
Türkiye’yi askıda memleket olmaktan kurtarmak istiyorsak, önce ekonominin içinde insanı katmalı, ekonominin insanın refahı, gelişmişliği ve insani seviyede yaşaması amacıyla yönetilir bir başlık kılmalıyız.
Aksi takdirde bugün olduğu gibi, bir takım yurtdışı serseri fonların ya da içte rantiye olarak yaşayan insanların sistemde kalması için taviz veren, bu hali gören üretici güçlerin de işlerini bırakıp, bu alanlara yönelerek para kazanmaya odaklandığı bir sistem haline dönüşürsünüz.
Türkiye’nin askıdan çıkması gerekiyor. Bu ülkenin insanlarının durumuyla yüzleşmesi, çözümlerinde onları önceliklendirmesi ve sonra ekonomiyi konuşması şart. Yoksa kumarhane haline dönüşmekten kurtulamayız.