Vatandaşta mesele ekmek seviyesine indi. Öylesine büyük bir geçim zorluğu yaşanıyor ki, söylenen anlatılan hiç bir şey anlam bulmuyor. Herkes bir pozisyon almaya çalışıyor. Kimi bahane üreterek, kimi sorunu göze batırarak; ama günün sonunda geriye sadece yaşanan zorluklar kalıyor.
Daha garip olan ise neredeyse geçinemediği için suçlunun kendisi olduğu ilan edilecek. Elinde yetkiyi bulunduranlar, sürekli beyanat verip, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlatıyor ama sıra bir türlü ‘neden bunlar yaşanıyor’ sorusunun yanıtına gelmiyor.
Çünkü bunu konuşmak sorumluluk almayı da gerektiriyor. Ülkeyi ithalata bağımlı hale getirmiş, üretmek için bile ithalat yapmak zorunda kalınan bir sektör yaratmış isimler, Bakan olduklarını iddia ediyorlar ama asla meseleyi sahip çıkmıyorlar.
Farkında mısınız? Sürekli bir fedakarlık talebiyle ortaya çıkan bir yönetim anlayışı var. Oysa insanların fedakarlık yapması için sizin bir şey yapmanız ve çözüme ulaşırken sabretmesini gerektirecek bir süreçten söz etmeniz lazım.
Sorun önce yok sayılıyor; sonra ayyuka çıkınca suçlu arayışına giriliyor; ama asla ve asla sorumluluk üstlenilmiyor. Doğal olarak problem de ortadan kalkmıyor; derinleşiyor. Son olarak Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli zincir marketlere çağrıda bulundu. KDV’ye ilave olarak yüzde 7 indirim istedi.
Popülizm ayyuka çıkınca bu çağrı herkesin gönlünü okşar ama sonuç vermesi baskı dışında mümkün değildir. Baskıyla verilen sonuç da ya başka bir ürünün fiyatının zamlanmasını ya da iflaslara kadar gidecek süreci ve işsizliği doğurur.
TL mevduat isterler ama getirene getirdiğinden daha az para vermeyi taahhüt ederler. İstihdam artsın isterler; ama maliyetten sürdürülebilirliğe bunun için gerekli bir ekosistem yaratmazlar.
Yatırım artsın isterler; yatırım yapanı yaptığına pişman ederler. Üretim çoğalsın isterler, üreteni ithalatla ve vergilerle terbiye etmeye kalkarlar. Verimlilik isterler, ama insanlara açlık sınırında çalışmasını önerirler.
Fiyatta indirim isterler; ama fiyatların üstüne konulan kadar, içinde de neredeyse fiyata etki eden üçte bir oranına denk gelen vergi, ulaşım gibi zorlamalardan fedakarlık yapmazlar.
Deprem için para toplayıp, sonra onu çar çur edip, ardından depremin ne kadar riskli bir şey olduğundan söz ederler. Komşuları karıştırıp, oradan göçün önünü açıp, sonra da onlara bakmak zorunda olduğumuzdan bahsederler.
Soğan satan insanı, deposunda soğan var diye fırsatçılıkla suçlayıp, konu gündem dışı kalınca usul cezası ile bırakırlar. Ekipler kurup, marketleri basıp yumurta fiyatlarının artışını mercek altına alırlar; ama asıl hayvancılıkla uğraşanların neden o yumurtayı yüksek maliyetle elde ettiğini sorgulamazlar.
Çürük meyve sebzelerin ‘olgun’ diye paketlenip satıldığı ortamda ne kadar zengin olduğumuzdan söz edip, arkasından da yardım toplamaya kalkarlar ya da fedakarlıkta bulunmaya çağırırlar. Daha kötüsü ne biliyor musunuz?
Tüm kaynaklar ve yetkiler ellerinde, sorunu çözmek yerine, suçlu peşine düşüp meseleyi değil, meselenin kimin üzerinde kalacağıyla ilgilenirler. Ve bu insanlar Bakan. Bakıp da görememek böyle oluyor demek ki.
[email protected]