İstanbul’da ulaştırma ücretlerine yüzde 40 zam geldi. Muhtemelen diğer iller de bunu takip edecek. Doğalgaza, elektriğe, gıdaya gelen zamlar herkesin bire bir yaşadığı başlıklar.
Büyük bir geçim mücadelesi veriliyor. Yılbaşından hemen önce büyük reklam kampanyalarıyla açıklanan asgari ücret yılın ilk ayında açlık sınırıyla kafa kafaya geldi. İkinci ay 300 TL, üçüncü ay 500 TL altında kaldı.
Yoksulluk sınırına zaten ulaşabilen sayısı istisna kabul ediliyor. Millet fakru zaruret içinde bir yanda borç ödemelerini yapmaya, öte yanda ayakta durmaya uğraşıyor. Büyük bir geçim sıkıntısı içinde, satın alma gücünü her geçen gün kaybeden, araştırmalara göre nüfusun yüzde 87’sinin gelirinin giderini karşılamadığı bir fotoğraf içerisindeyiz.
İşveren deseniz onun hali de ayrıca içler acısı. Küçük işletme ya da esnaf ise enerji faturalarını dahi karşılayamıyor. Büyük bir gizli iflas içerisinde debelenip duruyor. Yanında çalıştırdığı insana verdiği ücret ne onu mutlu ediyor; ne de o işletme işçilik giderlerini karşılayabiliyor. Daha kötüsü tüm bunlar yokmuş ve her şey yolundaymış gibi davranılıyor.
Tüm bunların gölgesinde asgari ücrete zam tartışmaları başlıyor. Dikkatinizi çekerim insan gibi yaşayabilecek bir ücretten değil, angarya sınırı olarak kabul edilen ve insanların genelinin bu ücretten çalıştırılmaması gereken rakamdan söz ediyoruz.
Bunun yukarı yönlü revizyonuna ihtiyaç olduğu dile getiriliyor. Nitekim Cumhurbaşkanı da bu konuyla ilgili bir düzenleme yapılabileceğini ifade ediyor. Sonra aradan çok geçmeden çıkıp, asgari ücretin belirlenme döneminin Aralık ayı olduğunu söyleyerek konuyu kapatıyor.
Artış talebi halen ortadan kalkmış değil, ama ne yazık ki açlık sınırı üzerinden tartışılan bir Millet’in alım gücü erirken, ilkelerden bahsediliyor. Ama aynı ortamda bir gelişme daha oluyor.
Ekonomide torba teklifinde müteahhitlere fiyat farkı getiriliyor. Bu düzenlemeyle de enflasyon ve maliyetler karşısında mağdur olan, kamuya iş yapan müteahhitlere fiyat farkı verilmesi kararlaştırılıyor.
Şüphesiz onları da anlıyorum. Gerçekten yükselen maliyetler can yakıcı. Ama yaptığı iş ne kadar hayati olabilir? Bir müteahhidin sıkışmasını dikkate alan, ama milyonlarca insanı göz ardı eden bir hükümet etme biçimiyle nereye kadar yol alabileceğiz?
Şu an vatandaşın bırakın geçinmeyi, ayın ortasını bulabilme ihtimali bile bulunmazken, fiyat artışı talepleri karşısında Aralık ayı ilkesine atıfta bulunulurken, müteahhitlere hangi gerekçeyle fiyat farkı verilmesi kabul edilebiliyor?
Hem de dünya bizi kıskanırken(!)... Oysa dünya gıda fiyat artışlarına baktığınızda FAO verilerine göre dünyanın iki katı gıda enflasyonunu yaşayan biziz. Dijital ekonomi, teknoloji diye konuşulurken mobil ücretlere yüzde 52 zam yiyen biziz.
Kanada, vatandaşlarının ev alabilme ve kiralayabilmeleri konusunda fiyatların yukarı baskılanması nedeniyle yabancılara ev satışı yasakladığı ortamda 250 bin dolar bastırana vatandaşlık dağıtan ama kendi vatandaşı açlık sınırının üzerinde kiralara muhatap kalan biziz.
Ülkenin ilgili Bakan’ı enflasyonun düşeceğini iddia ederken, Merkez Bankası katılımcı anketlerinin öngörülerini bile yüzde 15 yukarı çektiği ülke biziz. Almanya şirketlerine 100 milyar avro destek paketi, ABD vatandaşlarına milyarlarca dolarlık sosyal yardım paketi onaylarken, daha çok vergi isteyen, et ya da yağ fiyatlarından yakınanları spekülatör olarak suçlayan biziz.
Ne güzel memleket değil mi? Hem dünya bizi kıskanıyor; hem de dünya insanına insan gibi davranırken bize insan muamelesi yapılmıyor. Hem geçim derdimiz yok sayılıyor; hem açlık sınırındaki düzenleme çok görülüyor; hem de ülkenin müteahhidi üzerinden şu haykırılıyor: Bir müteahhit milyonlara eşittir.
[email protected]