Türkiye ekonomisi her açıdan büyük problemlerle karşı karşıya. Bunu zaten zorlandığınız hayat şartlarında daha da mutsuz olmanız için belirtmiyorum. Sadece bir farkındalık meselesi olduğu için altını çiziyorum.
Peki sadece kamu yönetiminin problem yaşadığını düşünerek ve bunu da elbirliğiyle aşacağımızı söyleyerek işin içinden çıkabilir miyiz? Şayet devleti oluşturan Millet’in durumunu göz ardı ederek meseleye yaklaşırsanız, hem büyük acıların yaşanmasına neden olursunuz; hem de aklınızdaki çözümlere ulaşmada büyük aksaklıklarla karşı karşıya kalırsınız.
Gerçi ekonomik durumun sıkıntılı olduğunu söylemeye de gerek yok. Çünkü vatandaş sorunu iliklerine kadar hissediyor ve git gide yönetim hatalarının da etkisiyle içinden çıkılmaz bir durumda umutlarını yitiriyor.
Şayet bir ekonomiyi ayağa kaldıracaksanız, orada birlikteliğin ve adil bir yol arkadaşlığının hayati rolü vardır. Şayet muhatabınızın yaşadıklarını küçümser, yok sayar ya da samimiyetsizce dile getirirseniz, çözüme de ulaşamazsınız.
Ne yazık ki bugün gelinen noktada en büyük sorunu da bu oluşturuyor. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, enflasyonu düşürmenin en önemli başlık olduğunu söyleyerek, bir sene kadar zorluk çekileceğini, ardından rahatlama geleceğini söyledi.
Fakat hiç kimse ‘bir sene dayanacak güç var mı’ diye sormuyor. Zira sistematik bir biçimde vatandaşı gelirini arttırırken yok sayan, ama bütün faturayı fakru zaruret içinde olan bir vatandaşa yükleyen, bununla birlikte hedeflenen noktada da yine onu yok sayan bir yaklaşım sergileniyor.
Bir sene dayanmak için nasıl makul bir süre olabilir. Yıllar içinde refahı arttırmışsınızdır; vatandaş dayanır. Pandemi gibi bir süreçte, gelişmiş ülkelerdeki gibi insanların cebine para koymuşsunuzdur; dayanır.
Gerçek bir enflasyon verisi üzerinden gelirini yükseltmişsinizdir; dayanır. Ciddi anlamda kredi borcu olmaz; yaşamak için kredi kartını, bir başka krediyle döndüren bir yapı sergilemez; dayanır.
Lakin bizde durum böyle değil. Yıllar içinde borca batırılmış, işini kaybettiğinde işsiz sayılmayan, işsiz kaldığında, çalışırken koyduğu fondan işsizlik maaşı alamayan; hali hazırda çalışıyorsa açlık sınırına yakın bir yerlerde ücret alan, emekli ise ‘verilenle idare et’ denilen, ama verilen ev kirasını bile karşılamayan; yetmedi çocuğu işsiz kaldığı için giderleriyle ve borçlarıyla ona sahip çıkan bir vatandaş grubuna bunu söyleyemezsiniz.
Durum sadece bundan ibaret olsa yine anlaşılabilir. Berbat bir bütçe yönetimiyle açık veren, iki yıldır verilen bütçeyi yılın yarısında bitirip, yeni bütçe yaparak, bu fotoğraftaki bir vatandaşın da maliyetini üstlenmesini isteyen bir çarpıklık içindeyseniz, insanlardan süre isteyemezsiniz.
İş bununla da bitmiyor. Tüm bunlar sabit ve bir sene boyunca değişmeyecek kriterler olsa, yine dayanma gücü olabilir. Fakat sabit gelirli, orta gelirli gibi kavramları bile yerle yeksan edip, yaşamsal ihtiyaçlarına her gün fiyat artışı yapıp, onu da daha da içinden çıkılmaz bir noktaya itiyorsanız, vatandaştan süre isteyemezsiniz. Özetle vatandaşın bırakın bir seneyi, bir ay bile dayanacak gücü kalmadı.
Halen ‘seçimi hele bir atlatalım’ yaklaşımıyla, siyasi söylemlerde bulunup, insanlara dayanmasını söylüyor ve gerçek hedef olarak da ülkenin düzelmesini değil, seçim kazanmayı düşünüyorsanız, dönüp kendinize şunu söylemelisiniz: Sokakla kopan bağım, telafi edilemez bir noktaya gitmiş.