Yılın ilk ayıyla birlikte zamlar da arka arkaya gelmeye başladı. Aslında çok da garipsenecek bir durum değil. Sadece yeniden değerleme oranını dikkate alsanız, bu artışların yaşanacağı biliniyordu.
Ama onun da ötesinde doğalgaz, elektrik gibi giderlerde fiyat belirleme zamanı olduğu için de artışları yaşadık. Elbette taksiden minibüse ulaştırmaya gelenler de cabası. Esasen her sene aynı şeyi yaşıyor, ama unutuyoruz.
2020 yılının son günlerinde asgari ücret belirlendi. Asgari geçim indirimini bir kenara koyarsak 2 bin 385 TL’den bahsediyoruz. Çalışanların yüzde 40’tan fazlası bu rakamları alırken, önemli bir bölüm, yani günlük iş yapanlar bu rakamları bile elde edemiyorlar.
Emekliler zaten bu oranların yakınından bile geçemiyor. İşsizler ile EYT’liler ayrı bir sıkıntı. Tüm bunları topladığınızda aslında şu bir gerçek ki, Türkiye’de insanların çok büyük bir bölümü açlık sınırında gelir sahibi.
8 bin 500 TL’ye dayanmış yoksulluk sınırının yanında geçebilen nüfus ise çok düşük oranlarda. Şimdi düz mantıkla baktığınızda asgari ücrete yüzde 21,5 zam verildi. Enflasyon rakamını dikkate aldığınızda da geçen ay itibariyle, enflasyonun yüzde 7 üzerinde zam verdik övünmesini dinledik.
Oysa gerçek olmayan bir enflasyon rakamı üzerinden bu neyin böbürlenmesi anlamak mümkün değil. Sadece açlık ve yoksulluk rakamlarını ele alırsak, şu an verilen rakam, Aralık ayında açıklanan açlık sınırının 250-260 TL üzerinde...
Peki bu rakam ne zamana kadar dayanır? Geçen yıldan sağlamasına bakarsak, asgari ücret Mart ayı itibariyle verilen zamma karşılık açlık sınırının altında kalıyor.
2019 yılı Aralık ayı açlık sınırıyla, 2020 yılı Aralık ayı açlık sınırını mukayese ettiğimizde de çok net görüyoruz ki yüzde 20 fakirleşmişiz. Elbette gelirlerin karşılanamadığı bu süreçte, fakirleşmeyle kalınmamış, bir de üzerine borçlanılmış.
İşin içine bir de pandemi çaresizliği girip, insanlar ücretsiz izne yollanınca ya da yasak olduğundan, dolaylı yoldan işten çıkarılınca yaşanan geçim derdinin şiddeti daha çok hissedilir hale gelmiş.
Yani açlık sınırından bile yüzde 20 fakirleşmiş bir tüketici gerçeğiyle karşı karşıyayız. Yoksulluk sınırına henüz ulaşabilen yok. Nitekim yoksulluk sınırından da bakılsa, yaklaşık yüzde 20’lik fakirleşmenin sağlaması yapılabiliyor.
Ama günün sonunda çarpan etkisiyle kaybolan alım gücü ve yetişilemeyen yaşam maliyetleri bu yüzde 20 oranının çok daha yukarıda ve derinde hissedilmesine neden oluyor. Bu tablodan nasıl bir geçim çıkacak da, piyasada esnafından üreticisine işletmeler ayakta kalacak?
Ekonomi yönetiminin enflasyonu hedeflemesi güzel, ama ne enflasyon gerçek ne de verilen ücretle yaşanabildiği algısı. Fakirleşme sürerken de, ne hedef koyarsanız koyun; sonuca ulaşmak mümkün değil. Esas olan vatandaşın sofrasındaki çorbadır; gerisi boş.
[email protected]