Türkiye’de de sokak, tüm dünyada olduğu gibi korona virüsü konuşuyor. Elbette bu kadar yüksek riskli bir konunun gündemde olmasından daha doğal bir durum yok. Fakat böylesi bir durum bile şehir efsaneleri yaratmayı ve bunu da el birliğiyle yaymayı haklı kılmıyor.
İşin bu boyutunu bir kenara bırakırsak, meseleye yine konuşulmayan tüketici penceresinden bakma ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Çılgınlar gibi yapılan bir alışveriş atağı, boşaltılan raflar, hesapsız harcamalar, panikle hareket etmenin büyük bir üzüntü kaynağı olduğunu dile getirmem gerekiyor.
90’lı yıllardan itibaren adım adım gelinen bir tüketici bilincinin, süreç yönetme kabiliyetine ulaşmadığını ne yazık ki iç acıtan bir biçimde görmüş olduk. Yıllarca ‘açken alışverişe çıkmayın’dan başlayarak bilinçli tüketim mücadelesinin bence en çok ders alması gereken olayı yaşadık.
İhtiyacını bilmeden, çılgınlar gibi ürünlere saldırmanın nasıl bir travmanın tezahürü olduğu sosyologların uğraşacağı ve tespit yapacağı bir alan olsun, ama tüketici yeterliliği açısından bu konuda faaliyet gösteren STK’ların meseleyi derinlemesine tartışması gerektiğini düşünüyorum.
Ortaya çıkan fotoğrafta sadece çılgınlar gibi yapılan bir alışveriş yok. İşin fırsatçılarına olanak tanıyıp, fiyatların artmasına neden olmaktan, var olanı paylaşma, ihtiyacı kadarına elini uzatma etiğine kadar bir dizi problemin ortaya çıktığına şahit olduk.
Dünyanı bilemem ama 30 yılı aşkındır tüketici bilincinin geliştirilmesi için uğraşılan, bu konuda kanunlar çıkarılan, düzenlemeler yapılan bir ülkede, günün sonunda halen insanlar hisleriyle hareket ediyorsa bir sıkıntı var demektir.
Aynı fotoğrafın olası bir kıtlık ya da deprem gibi olağanüstü bir anda yol açabileceği üzüntülü fotoğrafları yaşamak istemiyorsak, bugünden bu acıtan tablonun nedenlerini çözmeli ve gerekiyorsa doğru bilinçlendirme ve eyleme geçerken hareket kabiliyetini şekillendirmeyle ilgili bir atılım yapılması gerekiyor.
Bilgiyle değil dedikoduyla hareket eden toplumlar sadece ceplerindeki parayı, kazanılmış haklarını değil, ekonominin üzerindeki güçlerini de kaybetmeye adaydırlar.
Algıyla yönetilebilme tehlikesi sadece tüketici hakları açısından değil, vatandaş olma, sorunlar karşısında çözüm üretebilme kabiliyetini de riske atmaktadır. Böylesi bir yapının ise problemler ortaya çıktığında çözümün değil, sorunun bir parçası olacağından kimsenin şüphesi olmasın.
Velhasıl kelam, ortadaki virüsün sağlık boyutunu işin uzmanlarına bırakalım, ama virüs ekonomisinin yarattığı tüketim çılgınlığını doğru okuyarak, daha telafisiz durumlara karşı şimdiden önlem alıp, eylem planları uygulamayı esas edinelim. Yoksa daha çok üzülürüz.
[email protected]