Bizde bir laf vardır. Dünyada mekan ahirette iman derler. O nedenle Türk toplumunun her döneminde başında bir dam arzusu hep önde olmuştur. Elbette bunun iyiye kullanıldığı zamanlar da, istismar edildiği dönemler de oldu.
Fakat sanıyorum tarihin hiçbir döneminde salt inşaat odaklı bir ekonomi yönetimi oluşmamıştı. Ta ki bugüne dek... Türkiye’de tüm sektörleri göz ardı ederek, çalışanları vasıfsız bırakmayı önemsemeyerek, salt inşaat üzerine kurgulanmış bir ekonomiyle bugün işsizlikten yüksek fiyatlarla borçlanmaya kadar sonuçları olan bir dizi problemi yarattık.
2 binli yıllarda, yani paranın bol olduğu ama alınan kredilerin bireyler için de, ülke içinde borç olduğu dönemlerde iş döndürülüyordu. Ama o zaman yapılan yanlışlar bizi bugün 1 doların bile hesabını yaptığımız, işsizliğin önlenemez oranda yükseldiği sürece taşıdı.
Şunu hep duyuyorsunuzdur. Hem fakirlikten söz ediliyor; hem de herkesin altında araba, başında bir dam. İşte büyük yanılgı burada başladı. Borcunu ödeyemediğiniz, tamamını kapatamadığınız hiçbir mal size ait değildir; bankanındır.
Nitekim bugün hacizli evleri, arabaları görüyoruz. Bu nedenle dağılan ailelere şahit oluyoruz. Sahte bir refah zinciri içerisinde, gözü dönen bir kesim, ülke ekonomisini de, vatandaşı da esir aldı.
Fiyatlar yetişilemez hale geldi. Hatta söz konusu gıda olunca, üretimsizliği gizlemek için fırsatçı, vurguncu arayışına girildi. Son örnekte de görüldü ki, aslında fırsatçı değil, ürettiğini maliyetinin altında satmak istemeyen insanlar söz konusu. Sonra örneğin o patatesler alındı, bu sefer de halka ücretsiz dağıtıldı. Yani hep bir iane kültürü...
Peki gıdada fırsatçı arayanlar damdaki fırsatçıyı neden görmek istemiyor? İşte bence asıl sorulması gereken soru bu. Çünkü bir gerçek var ki, kaldıysa, orta gelir grubunda önemli bir konut ihtiyacı bulunuyor. Ama fiyatlar ulaşılabilir değil. Sorun kendinize: Bir kişi 1 milyon TL’den, ki daha fazlası var, kaç konut alabilir? Çoğu zaman birine bile ulaşamaz.
Peki neyi bekleyecek? Fiyatların düşmesini... Fiyatlar ne zaman düşer; talep kesilince. Oysa Türkiye’de iktisat tarihine geçecek bir iş daha yaşanıyor. Hem satışlar düşüyor; hem fiyatlar yükseliyor.
Kanıt mı? TSKB Gayrimenkul Değerleme Genel Müdürü Makbule Yönel Maya, konut satışlarında 2021 yılı 1. çeyrek değerlendirmesine göre; son 5 yılın en düşük konut satışının 2021’in ilk çeyreğinde gerçekleştiğini açıkladı. Zaten resmi istatistikler de uzun zamandır bunu doğruluyor.
Ama eş zamanlı olarak şubat ayında bir önceki aya göre yüzde 2,6 oranında artan konut fiyatları, bir önceki yılın aynı ayına göre nominal olarak yüzde 30,8, reel olarak ise yüzde 13,1 oranında yükselebiliyor. Kaynak; Merkez Bankası...
Şimdi sormak gerekmiyor mu? Bir ürünün talebi sürekli düşerken, fiyatı nasıl artıyor? Yakın zamanda düşüğün de düşüğü faizden kamu bankalarından kredi dağıtılırken yüksek bedelle bu gayrimenkuller nasıl satılıyor? Kredi verenler hiç mi sormuyor?
Niye sorsunlar ki? Gözümüzün önünde taahhütlerini yerine getirmeyen, parayı toplayan ama inşaatları yarım bırakanlar yok mu? Konut mağdurları diye bir gerçeğimiz var ve seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Bu ortamda o sese gerçekten kulak verilir mi?
Madem her yerde fırsatçı aranıyor; soru şu: Damdaki fırsatçıyı gören var mı?
[email protected]