Haziran rehaveti ülkemin üzerine çökmüş, temmuz başı itibariyle saat sınırlamasının kalkmasının getirdiği mutluluğa odaklanmışken adım adım gelen zam furyası gözden kaçıyor.
Pandemi sürecinde zaten ciddi anlamda gelir kaybına uğrayan, üzerine borç yükü artan vatandaş, bununla birlikte ciddi fiyat artışlarının da altında ezildi. Sürekli yükselen enflasyon, iki hafta üst üste aynı fiyata alınamayan temel ürünler zaten can yakıyor.
En güzel sağlamasını semt pazarlarından yapabiliriz. 100 TL ile çıkılan bir pazarda, her hafta o fiyata alınabilen ürün sayısı azalıyor ve file hafifliyorsa, zaten dram ortada demektir.
Pazarların kapanış saatlerini kollayanlar, dünden ekmek alanlar, geçinemediğini dile getirenlerin sayısındaki artış zaten hep bunun tezahürü. Bu durum her ne kadar kabul edilmese de net bir vaka.
Fakat ne yazık ki iş burada bitmiyor. Enflasyonda resmi fiyatları bile dikkate aldığınızda yüzde 20’ye vuran üreticinin yansıtılamamış maliyeti, bir yandan artan giderleri ve öte yandan da dolar kuru karşısında süren erimesi ile borç yükü, haziran aylarını da sonbaharı da sıcak kılıyor.
TÜİK güven araştırmasının alt verilerinde zamların kapıda olduğu çok net ortaya konuluyor. Mesela hizmet sektöründe önümüzdeki 3 ayda zam bekleyenlerin oranı 2020 Ocak ayından beri en yüksek seviyeye çıkmış durumda.
Dikkatinizi çekerim geçen yılın başından bahsediyorum. Yani ortada ne bir pandemi var; ne de şimdiye kadar konuşulan ağır fatura. O dönemden beri en yükseğe ulaşan seviye, artık reel sektörün maliyetlerini fiyatlara yansıtmaktan başka çaresi olmadığını bizi anlatıyor.
Bu çerçeveden baktığınızda Merkez Bankası’nın enflasyon hedefinden, olası faiz kararlarına kadar her şeyin çöp olacağını söyleyebiliriz. Daha fenası bunlar istatistiklere yansıtılmazsa ve insanlar sahtenin de sahtesi bir enflasyon üzerinden zam alıp yaşamaya kalkarsa, sonuçları bankacılık kriziyle birlikte önümüzde buluruz.
Böylesi bir tablo bir tarafta kronikleşmiş yoksulluğun artmasına öte tarafta da iç piyasada zamlara rağmen büyük bir çöküşün oluşmasına neden olur. Yani en başından beri uyarmaya çalıştığım stagflasyon hayatımıza girer.
Stagflasyonda da hem ürünlerin fiyatları ve enflasyon yükselir; hem de iç pazarda büyük bir daralma ve işsizlik gerçeği önümüze gelir. Bu nedenle Türkiye’nin bir an önce gerçeklere yumduğu gözlerini açması ve ilk iş olarak halkın ekonomisini rahatlatacak tedbirlere yönelmesi gerekir.
Aksi takdirde bu gidiş, yoksullaşmış bir halkın ekonomisinin tamamen çökmesine, zincirleme olarak da reel sektörden bankacılığa, son olarak da kamunun gelirlerde büyük anormallikler yaşanmasına neden olur.
Sonuç bu olursa da, bırakın ikinci çeyrekte Bakan Elvan’ın bahsettiği baz etkisiyle gelen yüzde 20’yi yakalamayı, yakalasanız bile ciddi bir ekonomik darboğazın kapısını aralayan süreçten ülkeyi kurtarmamız mümkün olmaz.
Unutmayın halkın ekonomisinin iyi olmadığı yerde, elde edilen veriler istatistik olmaktan başka bir anlam taşımaz.
[email protected]