Arka arkaya gelen zamlar, düşen satın alma gücü, insanların hayat şartları altında zorlanması şiddetini arttırarak sürüyor. Şimdi ulaştırma zamlarını konuşuyoruz. Peki sorun kendi kendinize, daha önceki fiyat artışları ne oldu?
İlk yapıldığında homurdanmaların arttığı, hatta tepkilere neden olan o zamlardan bahseden var mı? Son gelen zamlar karşısında konuşulanlara bakın. ‘Ne yapalım’ diye başlayan cümlelerle vatandaşın kıvama geldiği anlaşılıyor.
Buna da alışılacak. Bir tür öğrenilmiş çaresizliğe itilen millet, duyguları ya da inançları üzerinden istismar edilerek, geliri artarken abartı vurgusuyla, gideri artarken doğallaştırma üzerinden perişanlığa sürüklendi.
Fakat hepsinin temelinde kabullenme var. Geçtiğimiz günlerde bir yayında, iyi niyetli bir dostumuzdan mesaj geldi. Durumu anlatmak için ‘Ben 30 bin TL alıyorum, yine de geçinemiyorum’ diyordu.
Bugünün Türkiyesi’nde kötü bir rakam değil. Fakat bunun yoksulluk sınırının altında kaldığını göz ardı ederseniz, Diyanet’in Ramazan ayında 4 kişilik bir ailenin sadece sağlıklı beslenmesi için yaptığı listenin 34 bin TL olduğunu unutursanız, ‘ben bile’ diye başlayan cümlelerle meseleye yaklaşırsanız; kabulleniş orada başlıyor. Son derece iyi niyetli, sorunu ortaya koyan ama kabullenmiş bir tavır.
Ülkeleri geliştiren, bizde çok tasvip edilmese de itirazı olan vatandaştır. Çünkü itirazı olan izahat ister. Harcanan paranın, nereye gittiğinin anlatılmasını talep eder. Yapılan zamların bir kader değil, yanlış uygulamaların sonucu olduğunu bilir ve hesabının verilmesini arzu eder.
İtirazın illa Latin Amerika ülkeleri gibi sokaklara dökülerek yapılması gerekmiyor. Zira ne zaman bir şeye itiraz edilse mesele buraya çekiliyor. Biz bunu en son 12 Eylül Darbesi sonrasındaki tavırda gördük. ‘Eski günlere mi dönmek istiyorsun’ diye başlayan cümlelerle insanlar sindirildi.
Bugün de kim, neye itiraz etse benzer bir tavır sergileniyor. Oysa vatandaşlık bilinci olmadan, tüketici bilinci olmaz. Harcanan her bir TL’nin hesabını sormadığınız sürece, niye fakirleştiğinizi anlayamazsınız.
Paranın çok ya da az olması, nasıl kullanıldığı sonucu belirler. Bunu sormak da devlet karşıtlığı değil, yetki verdiğiniz ve geçici bir sürece hükümet etmesini onayladığınız bir merciinin hesabını vermesi talebidir. Devlet ve hükümet aynı şey değildir.
Şayet meseleye batmazsanız, her zam sonrası söylenir; bir süre sonra doğallaştırır ve kabullenirsiniz. Hatta bir süre sonra gelen zamların, işin gereği olduğunu düşünmeye başlarsanız. Yani fakirlik, yoksulluk, geri kalmışlık kabullenmeye başlar.
Gelişen toplumlar, itiraz eden, talep eden, hesap soran ve çözüm konuşanlardır. Bir ülkede çözüm yerine, sorunun kendisi yerine, magazinini ve siyasetçilerin gündemi konuşuluyorsa, o zeminden sonuç çıkmaz. Peki ne olacak? Medyanın ve siyasetin tamamının gündemine, düzeyine bakın, yanıtı siz kendinize verin.
[email protected]