İnsanımızın geçim derdi her geçen gün büyüyor. Bir yandan hayat pahalılığı, öte yandan düşen alım gücü bir makasın iki kanadı gibi vatandaşı sıkıştırdıkça sıkıştırıyor. Şüphesiz bilinçsiz tüketimden israfa kadar birçok başlık da bunu destekliyor.
Fakat meseleyi sadece bu boyutuyla görmek, yöneticilerimize bahane üretmekten ve vicdanını rahatlatmaktan başka bir sonuç getirmez. Ekonomiye olan güvenin hızla düşmesini iyi okumak lazım. Çünkü bu geleceğe ilişkin kaygıları anlatan tablo, mevcut sorunları daha da ağırlaştıracağı getirmesi anlamını taşıyor.
Son gelen akaryakıt zamlarına bakın. Bunların sadece otomobili olan ve toplu taşıma yerine aracını kullanan insanları etkileyeceğini mi sanıyorsunuz? Durdurulamayan bu akaryakıt fiyatları iğneden ipliğe hayatımızdaki her ürünün bedelinin artmasına, enflasyonun yukarı yönlü tetiklenmesine ve satın alma gücümüzün daha da yitirilmesine neden oluyor.
Büyük şov yaparak bu ülkede arttırılan asgari ücret, yılın ikinci ayında açlık sınırının 300 TL altında kaldı. Tamamı, yoksulluk sınırının üçte biri bile etmiyor. Bu kadar büyük bir yıpranmayı bahanelerin arkasına sığınarak açıklayamazsınız.
Hele ki Ukrayna temelli çıkan risklerle hiç bahane üretemezsiniz. Çünkü henüz oradan bize yansımış bir maliyet yok. Bundan sonraki süreçte zor koşullarımızı daha da zorlaştıracak bir faktörü, bugünkü problemlerin nedeni olarak göstermek büyük bir yanılgıdır.
Türkiye’nin bir numaralı derdi, vatandaşının dayanma gücünün kalmamış olması, ekonomiyi yönetenlerin sorunları görmezden gelmesi ya da göz ardı edilemez noktaya gelince bahane ve sorumlu üretmeyi tercih etmesinden oluşmaktadır.
Son dönemde yapılan tüm açıklamalara şöyle geriye dönük bakın. Enflasyon, döviz kuru, hayat pahalılığı, kuyruklar, iş hacminin daralması, iktisadi ve siyasi problemlerin tamamı, hepsi ama hepsinde içimiz nasıl ferahlatılıyor?
Seçime kadar kriteriyle... Her şeyin seçime kadar düzeleceği söyleniyor. Hatta Z kuşağı dediğimiz jenerasyonun bile yakalanması, ona hitap edilmesi ile ilgili yaklaşımlarda kriter aynı; seçimden önce diye başlayan cümlelerle gündemimize geliyor.
İşte asıl sorun tam da burada. Enflasyondan rahatsız olmuyorlar; enflasyonun oy kaybettirmesinden muzdaripler. Geçim derdi çeken insanların sıkıntılarıyla ilgilenmiyorlar, seçime kadar durumun düzeleceğinden söz ediyorlar.
İşsizlik meselesinin bir insan, bir aile, bir toplu üzerinde nasıl yıkımlara yol açtığıyla ve bunun nasıl halledileceğiyle uğraşmak yerine, rakamlar üzerinden bir algı yaratıp, mümkünse işsizliğin sorun olmaktan çıktığı algısıyla, mümkün olmuyorsa da seçime kadar ekonominin nasıl toparlanacağı söylemleriyle meseleyi geçiştiriyorlar.
Hangi başlığa bakarsanız hep bir ‘seçime kadar ya da seçimden önce’ vurgusunu görüyorsunuz. Bu nedenle vatandaş ile yönetim arasındaki bağ tamamen koptu. Çünkü seçimin sonucu siyasetin, sorunun nasıl çözüleceği ise vatandaşın gündemini oluşturuyor. Ve artık hamaset işe yaramıyor.
[email protected]