Kendi yağında kavrulan, kazandığı kadarıyla geçinen, bütçe yapan insanlardan hanelerden, 2 binli yıllardaki parasal genişlemesinin zehriyle tüketen bir toplum ve kontrolden çıkmış harcamalar kalemi yarattık.
2 binli yıllarda iş o kadar çığrından çıktı ki, üniversitelerin bahçesinde, hastanelerin acil girişlerinde kredi kartı dağıtır olduk. Günün sonunda 3,5 trilyon TL’ye dayanan tüketici borcuyla, bugün geçimi için yeterli gelirini sunamadığımız insanları yaşamaya, hatta ihtiyaçlarını da yok saymaya yönelttik.
2 binli yılların kaynak akışını, üretmek, ar-ge gibi konularda kullanmak yerine, tüketmek ve tükettirmek, buradan da dolaylı vergiler ve ithalat vergileriyle kasayı doldurmak şeklinde anlayan Türkiye’nin ne yazık ki ders almadığı gözüküyor.
Dün yaptığımız hatalarla, hanelerimizi aşırı borçlu bir yapıya dönüştüren yaklaşım, bugün de gelecek vaat etmedikleri, hatta beğenmedikleri z kuşağını ya da sevdiğim tabiriyle teknolojinin içine doğan kuşakları da zehirliyorlar.
Ne yazık ki bu kez sorun sadece bizimle sınırlı değil. Dünya genelinde 2 binli yılları hatırlatırcasına ‘şimdi al, sonra öde’ yaklaşımlarının yaygınlaştığı araştırmalara yansırken, bunun içinde teknolojinin içine doğanların harcama miktarını yüzde 50 arttırdığı görülüyor.
Dikkatinizi çekerim tüm yaş gruplarında ortalama yüzde 11 artışa neden olan bu satış tarzı, Z kuşağında büyük bir tüketim ivmesine neden olmuş vaziyette. Sahiplik duygusu olmayan ve dış kaynak kullanımıyla ihtiyaçlarını karşılama eğiliminde olan kuşakları da bilinçsiz tüketici haline getirirsek, ne sürdürülebilirlik adına ne de dünya ekonomisi adına işin içinden çıkamayız.
Dünyada halen gelir kurgusu iyi olan ya da birikimleri olan ailelerin çocukları için alarm, bizim gibi bırakın gelirinin yetmesi ya da tasarruf fakiri olan, aksine borç batağına batmış ülkelerin çocuklarını ad bu kıskaca sokarsak, onlar işin içinden çıkar, ama biz büyük bir sorun yaşarız.
Açlık sınırının emekli ve ücretlerin çok üzerine çıktığı, son asgari ücret görüşmelerinin havasına baktığımızda, tüm maaşların ve emekli aylıkların daha başında satın alma fakiri olacağının bağırdı şu koşullarda, işin içine bir de gelecek kuşakları katarak tüketim ekonomisine devam edersek bu işin içinden çıkamayız.
Maaş ya da gelirler meselesinin özellikle üzerinde duruyorum. Çünkü geleceğe yönelik beklentisi ya da umudu kalmayan insanların, tüketim noktasında hesapsız para harcamaya daha eğilimli olduğu araştırmalarla ortaya konuluyor.
Türkiye, 2 binli yıllarda son derece dramatik bir hata yaparak, eline geçen kaynağı üretim değil, tüketim için kullandı ve bugün geldiğimiz noktada işin içinden çıkabilmek zor ve çıkmak için de yeni faturalar ödemek mecburiyeti var.
Hiç olmazsa tüketici olmayan bu kuşakları zehirlemeyelim ve ev ya da araba gibi tutkusu olmayan çocukları ‘şimdi al, sonra öde’ diyerek zehirlemeyelim. Daha ders almadık mı?