Türkiye’de iktidara en yakın sendikalardan biri olan Memur-Sen bile bir açıklama yaparak, yüksek perdeden ‘geçinemiyoruz’ diye bağırmaya başladı. Ekonomi yönetiminin ısrarlı reddine, hatta tersine insanları ikna etme çabasına rağmen, vatandaş enflasyon ve dolar karşısında iyiden iyiye eriyen alım gücü nedeniyle ‘duy artık sesimi’ diye haykırıyor.
Aslında sadece alınacak maaş zamları ya da alınabilen bir maaştan bahsetmiyoruz. Geçinememek çok daha başka bir kavram. Yani temel ihtiyaçlarını bile karşılamaktan uzak bir noktaya düşmekten söz etmek gerekir.
Türk-İş’in son açıkladığı açlık ve yoksulluk sınırı, daha önceki açıklamaları da dikkate aldığınızda ‘açız aç’ diye durumu net bir biçimde gösteriyor. Hatta aylar itibariyle sınırların yükselişini dikkate alırsanız, battıkça batan bir görüntü veriyor.
Bu insanlardan sabır istemek, metanetli olmalarını talep etmek, diğer tarafta vergileri affedilen, kullan kullanma ödemeleri yapılan ve her fırsatta kurtarılmaya çalışılan bir kesimin varlığı, bitmeyen israf ekonomisi ve artan duyarsızlık nedeniyle çok daha fazla can acıtıyor.
Açlık sınırı ülkede 2 bin 495 TL, yoksulluk sınırı 7 bin 273 TL olmuşken, çalışanların yüzde 40’tan fazla oranı da asgari ücretle maaş alırken, daha fazla gidilecek yol kalmamış demektir. Yani bu insanlara daha fazla yüklenemezsiniz.
Devletin giderlerini masaya yatırmak ve buradan kısıntılar yaparak insanları en azından dayanabilecek seviyeye çekmek zorunlu hale geliyor. Çünkü vatandaşın gerçeği burada bitmiyor.
810 milyar TL, yani yaklaşık 100 milyar dolarlık bankalara ve finans kesimine borcunu ödeyemez hali, hızla artan batıklar, harcama yapamayan üreticinin sistematik olarak esnafı da içine çeken bataklık hali, pandeminin yarattığı işsizlikten alım gücünü zorlayan harcamalara kadar bir dizi yeni problemi var.
KPMG dünya çapında bir araştırma yaptı. ‘Tüketici ve Yeni Gerçeklik Araştırması’ gösteriyor ki, hanelerin harcamaları gıda ve hijyen maddelerinde sıkışmış durumda. Hatta eskisinden daha çok harcama yaptıklarını ve sadece bu alanlarda yaptıklarını bize gösteriyor.
O zaman bırakın gerçek olmayan enflasyonu tartışmayı, enflasyon hesaplamasının içinde bile bu iki maddenin ağırlığını en azından yüzde 60’ların üzerine çıkarmak için yeniden bir düzenleme ihtiyacı belirmiyor mu?
Bunu yapmak yerine, enflasyon hesaplamasındaki sepette, gıdanın ağırlığını azaltarak, sanki inadına bir tutum sergilemenin tek bir mantıklı açıklaması var mı? Siz böylesi bir fotoğraf içerisinde insanları yalnız bırakırken, örneğin depreme karşı güvenli binaların tesisinden nasıl söz edebilirsiniz?
Depreme dayanıklı bina, kentsel dönüşüm sadece bir örnek. Bu örneği verdim zira bu konuda bile insanlara ‘her şeyi devletten beklemeyin, biraz elinizi cebinize atın’ mesajı verildi. Oysa elini cebine atsa bulacağı tek şey şairin dediğini gibi ‘cep delik, cepken delik’. Çıkın şu hayal dünyasından, görün şu gerçeği artık. İnsanlar geçinmeyi bırak, yaşamaya zorlanıyor.
[email protected]