Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, enflasyonu düşürmek için tek çareyi iç tüketimi kısmak olarak gördüğü için, buna tüketici kredilerinden başladı. Finans kesimi, bu sahaya çekilmek için de her türlü telkin ya da karşılık artırma gibi uygulamalara muhatap oluyor.
Esasen prensipte doru bir hamle. Fakat kendi tüketicisinin, vatandaşının durumunun farkında olmayanlar adına intihar niteliğinde bir yapı ortaya çıkıyor. Çünkü bu sistemi düzeltmek için önce insanların gelirini arttırarak borçlanma ihtiyaçlarını engellemeniz, ardından borçlarını ödenebilir bir plana sokmanız, ardından da borçlanmayı belli bir bilinç ve hesap içinde yapacak bir yapı kurmanız gerekir.
Fakat diğerleri son derece zor ve kamu harcamalarından fedakarlık gerektirdiği için ekonomi yönetimi, gelirini kimsenin inanmadığı enflasyon kadar bile arttırmadığı, yıllarca uyguladığı yanlış politikalar nedeniyle aşırı borçlu hale getirdiği tüketicinin kaynaklarını keserek yapmayı deniyor.
Öncelikle filmi en başından yanlış okuyorlar. Zira enflasyon bizim gibi ülkelerde lüks harcamalarından değil, üretimsizlikten veya üretim maliyetlerinin yüksekliğinden, paranızın sürekli değer kaybetmesine neden olan yapıyı ortadan kaldırmamaktan, kamunun vergi koyarak enflasyonu körüklemesinden başlayan bir dizi başka problem nedeniyle yaşanıyor.
Fakat kasa ile raf arasında fiyat araştırması yapacak kadar meseleye hakim olanlar, tüketicinin harcama yapmasını engelleyerek enflasyonu düşürmeyi hedefleyerek ikinci bir hata daha yapıyorlar. İlki hepimizin malumu olan ‘faiz düşerse enflasyon düşer’ teorisinden tetiklenmişti. Elbette gerçek sebep bu değildi; ama sorunu büyütmeye, kaynakları tüketmeye ve insanları daha çok dolarize etmeye neden olduğundan bardağın taşmasını sağladı.
Nitekim tüm hamlelere karşılık tüketici borçlanmasındaki yukarı yönlü baskı durmuyor. BDDK’nın son verilerine göre toplam kredi kartı ve tüketici kredisi toplamı 3,1 trilyon TL’yi aşan bir fotoğrafı ortaya koydu. Ayrıca bu veri geçen yıl Mart ayında, yani tam bir yıl önce 1,8 trilyon TL idi.
Peki ne zaman duracak bu borçlanma trendi? Hemen yanıtını vereyim, aynı sistemle devam ettiğiniz sürece bankalar krediyi kestiği an. Bunun da bankacılık açısından pek anlamlı bir hamle olmayacağını biliyoruz. Lakin öte tarafta hızla kredibilitesi düşen bir müşteri grubuyla da karşı karşıya kalmaya başladılar ve ‘tahsil edemediğiniz borcu vermezsiniz’ ilkesi durumu buraya yönlendiriyor.
Oysa Türkiye’deki vatandaşın kredi kullanımı bir yatırım, bir hamle ya da öz kaynak yerine finans kullanmaya yönelik değil. Ekmek almak için bile kredi kartı kullanılan bir ortamda meselenin geçim derdi olduğunu anlamazsanız, insanlar günlük gıda ihtiyacını buradan karşılar hale dönüşür.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın araştırmalarına göre yoksulluk içinde yaşayan insanlar gelirlerinin yüzde 50 ile 80 arasındaki dilimini sadece gıdaya harcıyorlar. Bu da yoksulluk içindeki bir vatandaş fotoğrafının, kredi kartını geliri haline dönüştürmek zorunda kalmasıyla paranın nereye harcandığını bize anlatıyor.
Özetle, ortadaki durum kredilerin sistemli bir biçimde borçlanma ihtiyacı ortadan kaldırılmazsa, önce tüketiciyi, ardından iç piyasayı ve zincirlime reaksiyonlar finans kesimini ve kamuyu uçuruma sürüklediğini bize anlatıyor.
Harcamanın zorunluluk değil, hovardalık olduğunu düşünen ekonomi yönetimi ise sorunu çözmek yerine, ekonomiyi patlatmak üzere hamleler yapıyor. Bu nedenle de Türkiye riskli ekonomi tanımlamasından çıkamıyor. Konu bu kadar basit.
[email protected]