Gerçek olmayan bir enflasyon açıklamasıyla birlikte tırpanlanan emekli ve memur maaş düzenlemelerinin ardından sıra asgari ücret görüşmelerine geldi. 13 Haziran’da toplanacak komisyon, ciddi endişeleri ve tartışmaları da beraberinde getiriyor.
Mesele o kadar sıkıntılı bir noktaya ulaştı ki, alanın da verenin de mutlu olamayacağı, hatta mutluluğu bir kenara bırakın, yaşamını sürdüremeyeceği ekonomik gerçeklerle karşı karşıya kaldık.
Açlık sınırının esas alınarak masaya oturulacağının söylenmesi, zaten işin başında zam ve vergi fırtınasıyla, hali hazırda geçim sıkıntı çeken insanların, iç ve dış piyasada satışları düşerken, maliyetleri artan iş dünyasının zorlu bir ikinci yarı yıla girdiğini gösteriyor.
Öncelikle bu bütçe açıklarıyla kaçınılmaz hale gelen zamları, bu vatandaşın çalışanıyla işvereniyle nasıl karşılayacağının yanıtı bulunmadan hareket edilmemesi gerekir. Çünkü özellikle vatandaşın sınırda yaşadığı görülüyor.
TÜİK’in son açıkladığı hane halkı tüketim harcamalarına baktığınızda, aslında anayasal hakları olan, zorunlu ihtiyaçlarına kaynağını ayıran, çoğu zaman da artan fiyatlarla buna yetişemeyenlerin olduğunu bir fotoğraf görüyoruz.
Ruhunu besleyemeyen, sadece barınma, ulaşma ve gıdaya parası yeten insanların, hem daha fazla yük taşıma kapasiteleri bulunmuyor; hem de gelişim adına kültür ve eğitime harcadıkları bütçenin, gelirlerinin yüzde 5’ini bile oluşturmaması gelecek adına alarm zillerini çaldırıyor.
Bugün sadece ayakta kalmaya çalışan insanlar görünümünü anlatan harcamalar, ne yazık ki hızla baş edilemez bir noktaya doğru da gidiyor. Bir tarafta gelirlere düzenleme ihtiyacının net şekilde ortaya geldiği, diğer tarafta bu harcamaların enflasyonu ve işsizliği tetikleyeceği bir sarmaldan nasıl çıkacağımız konusunda gözler yeni ekonomi yönetimine çevrilmiş durumda.
Bugüne kadar yapılan ekonomik tercih hataları, şayet örneğin Yunanistan’ın zora düştüğü dönemdeki gibi yurttaşın refahını arttırsaydı, durum daha kolaydı. Fakat hem bu harcamaların yapılması, hem gerçeklerin üzerinin örtülmesiyle ortaya çıkan faturaya karşın, aşırı fakirleşme ve borçlu yapı, bugün ekonomik sorunların çözümü önündeki en büyük sorunlardan birini oluşturuyor.
Şimdi tüketiciye dönüp, önceliklerini belirlemesi gerektiğini söylüyoruz ama yapılan harcamaların dağılımı, zaten öncelikler noktasında sıkışıp kaldığını bize gösteriyor. Yani onlara yeni bir otomobil ya da ev almamalarını tavsiye edecek noktayı çoktan aştık.
Karın tokluğuna yaşam sürdüren insanlardan daha ne kadar fedakarlık bekleme şansımız olur? Bu nedenle öncelikle vatandaşın gelir olarak rahatlatıldığı, geliri sunan işverenin de desteklendiği bir yapıyı tartışmamız lazım.
Aksi takdirde inovasyon, katma değer, yetenek gelişimi ve yönetimi bir hayalden ibaret kalır. Yetenekler de tek tek yurtdışına doğru eğilim gösterir. Elbette o da kangren haline gelen vize sorununu aşabilirlerse...
[email protected]