Türkiye’de nüfusun büyük bir bölümü açlık sınırında ya da altında yaşarken, yoksulluk sınırının yakınından geçmezken, tüketimi kısarak kimsenin inanmadığı bir enflasyon rakamını düşürmeyi konuşan ekonomi yönetimi, tüketiciden reel sektöre gelen tüm feryada da kulaklarını tıkıyor.
Hatta bunu gerekçelendirirken, gerek Merkez Bankası Başkanı, gerekse Hazine ve Maliye Bakanı açıklamalarında iyi yolda olunduğunu anlatmak için tüketim hızının yavaşlamasıyla ilgili söylemlerde bulunuyorlar.
TÜİK’e göre nüfusun ilk 20’si ile son 20’si arasındaki gelir farkı 8 kata yaklaşmışken, DİSK-AR’ın saptamaları ilk yüzde 5 ile son yüzde 5 arasında 32 kata çıkan bir uçurumdan söz ediyor. Bu tehlikenin görülmüyor olması ve kısıtlı bir nüfusun yaptığı harcamalar üzerinden de ekonomi konuşulması kendi başına bir sorun.
Bununla da yetinilmiyor ve deniliyor ki ‘insanlar para harcıyor’. Bunu söylerken de israftan söz edip, aç karnını doyurma mücadelesi veren bir topluma tasarruftan ya da fedakarlıktan bahsediyorlar.
Klişe gerekse ‘restoranlar, kafeler’ dolu. Son numara da kredi kartı harcamalarına yapılan atıf. Önce rakamlara bakalım. Bankalararası Kart Merkezi verilerine göre kredi kartı ile yapılan harcamalar yüzde 120 arttı. İşin içine tüm kart harcamaları koyduğunuzda da ortalama yüzde 107’ye geliyor.
Öncelikle nüfusun 86 milyon olduğu ülkede 122 milyon kredi kartı olması nedense kimseyi rahatsız etmiyor. İlk çıktığı yılları hatırlayın. Kredi kartı kullanmak, belli bir ekonomik gücü ve birikimi temsil ederdi. Çünkü özünde baktığınızda bu bir kredibilite ile gelen üründü.
Ardından ipler gevşetildi ve kredi kartı daha ulaşılabilir hal aldı. Bir noktaya kadar doğruydu; çünkü kayıtlı ekonomiye giden yoldu. Fakat bir süre sonra bahane uydurularak dağıtılan kredi kartları ipin ucunun kaçmasına neden oldu.
Neden yapıldı? Çünkü parasal genişlemenin yaşandığı bir dünyada, ülkeye de para geliyordu ve gelirden vergi toplamaktansa, giderden, yani tüketimden vergi toplamak daha cazipti. Tüketim ekonomisinin körüklenmesi, giren paranın kuru baskılayarak üretimi engellemesi ve ithalatı özendirmesiyle biriktirerek bugünlere geldi.
Fakat son artışlar daha farklı anlamlar taşıyor. Öncelikle soru şu: Neden insanlar kredi kartlarıyla harcama yapıyor? Bunun içinde bilinçli tüketici oranı, zannedildiğinden düşük. Ağırlıklı bir bölüm, olmayan parayı ya da geleceğe dair gelirlerini harcamaya mecbur kalıyor. Zira bugünkü gelirleri, fahiş hale getirilen giderleri karşılamaya yetmiyor.
Yine de restoran ve kafe tezcileri bunu da kullanmaya başladı. ‘Ekonomi kötü olsa yüzde 120 artış olur mu, israf olmasa bu denli büyük harcama açıklanabilir mi’ diyerek ortaya çıktılar. Oysa yüzde 120’lik kredi kartı harcaması, insanların daha çok tüketim yaptığı anlamına gelmiyor.
Sadece gelirleri inandırıcı bulunmayan enflasyon kadar bile artmayan insanların, aynı ürünleri, aynı gramajlarla ve belki de daha eksik adetlerle tüketmek için daha çok para ödediği anlamına geliyor.
Yani bir tüketim çılgınlığından değil, önlenemeyen bir fiyat artışından ve düşen satın alma gücünden söz etmek daha gerçekçi bir yaklaşım olur. Sahi bu gerçek ortadayken yüzde 69,8’lik enflasyonu da açıklamak gerekmiyor mu? Hatta enflasyon artış hızının baz etkisiyle de olsa nasıl düşeceğini...
Türkiye’nin ekonomi sorunu akıl tutulması ve gerçeklere yok saymasıdır. Şayet bunu düzeltmezseniz, gerisini toparlayabilmeniz zaten mümkün değil.
[email protected]