Sürekli herkesin ev sahibi yapılmasından bahsedildiği, ev sahibi olanların da binalarının ayakta kalmadığı ya da kalacağından emin olunmadığı bir ülkede, vatandaşın durumunu bugünlerde en güzel ne anlatıyor derseniz; yanıtım kira olur.
Alınan ücretlerin üzerine çıkan rakamlarda herkesin yakındığı, hiç kimsenin bir şey yapmadığı bir fotoğrafın tam orta yerinde büyük bir acı yaşadık. 11 ilimizi acıtan, hepimizin canını yakan, kayıplarla ve üzüntülerle dolu günler geçirdik.
Bu aşamada ülkenin nasıl bir aile olabildiğini, yaralarını sarabilmek adına Millet’in nasıl kucaklaştığını da gördük. Peki ardından ne oldu? Depremzede olan vatandaşlar civar illere gitmek isteyince, yine kira fırsatçılığını konuşur hale dönüştük.
Her dönem, her yerde kötü niyetli insanlar ortaya çıkabilir. Bunun genelin kucaklayıcı tavrını gölgelemesine izin vermemek lazım. Ama burada sorun teşkil eden ekonomi yönetiminin bu konuya sözden öte geçmeyen tavrıdır.
Bazı yerel yönetimler bunu 4 bin TL üst sınır olarak uygulamak, bazıları da 100 bin TL fahiş fiyattan ceza kesmek konusunda açıklamalarda bulundu. Bu bile bir hamledir ama pratik uygulanabilirliği yoktur.
Çünkü bu tip düzenlemelerin kanunla ve daha önemlisi yaptırımlarla sağlanması gerekir. Aksi takdirde kişisel polemiklerden öteye gitmeyen, bir niyet beyanından öteye anlam taşımaz.
Tüm bu tartışmaların gölgesinde aslında iki rakam dikkat çekici. Bunlardan birincisi az önce de ifade ettiğim 4 bin TL, ikincisi de bir kira yardımı üzerinden düzenlenen kampanyada 10 bin TL’nin aylık olarak belirlenmesi.
Deprem meselesini ve sonrasında yaşanan fırsatçılığı bir kenara koyup, ayrıca değerlendirmek lazım. Lakin bu iki fiyat, Türkiye’de vatandaşın ne durumda olduğunu ve tıpkı Kanada gibi ülkelerdekine benzer bir düzenlemenin ihtiyacının başgösterdiğini bize anlatmıyor mu?
Ülkede ortalama ücret, yine araştırmalara göre asgari ücret ve biraz üzeri, yani 10 bin TL civarında gezerken, bunun tamamının ya da yüzde 40’ının kira olarak nitelendirildiği bir ortamda, durum vatandaşın ekonomik sorunlarını net bir biçimde ortaya koyuyor.
Tüm bu acı ile eş zamanlı artan fiyatlar, geçim sıkıntısının boyutlarını şiddetlendirdi. Kıyma bile 200 TL’nin altında satılmazken, hem üretici ve tarım işçilik maliyetleri, hem yaşadığımız afetten kaynaklanan üretimin sürdürülebilirliğine ilişkin riskler, hem de kuraklık temelli mevsimsel etkiler, önümüzdeki aylarda çok daha yüksek fiyatların önümüze geleceğini, bunu karşılayacak maddi gücümüzün olmadığını da bize göstererek alarm veriyor.
Şimdi buradan yola çıkarsak, ekonomi yönetiminin artık temenniden, ruhani söylemlerden öte somut, gerçekçi, fayda sağlayan bir adım atması ihtiyacını tüm çıplaklığıyla önümüze koyuyor.
Ama sadece kira üzerinden baktığımızda dahi sorunun yaşandığını ama sessizce izlendiğini de bize anlatıyor. Sanırım en kötüsü de bu.
[email protected]