Kira meselesi, Türkiye’nin kanayan yarası haline dönüştü. Fakat bu konu, o kadar çok tribüne oynanarak tartışılıyor ve gerçek sorun üzerinde durulmuyor ki, her geçen gün çözümsüzlüğü artan bir başlık haline geliyor.
Meselenin çözümsüzlüğünün gerçek nedeni ise muhatap ortaya konulmadığı için tartışmaların arasında kaybolup gidiyor. Kiracının ödeyemediği, mal sahibinin enflasyonun altında yüzde 25’e mahkum edildiği bir ortamda hiç kimse rantiye kesimini sorgulamıyor.
O zaman tek tek hepsinin durumuna bakalım. Kiracıdan bahsedeceksek, öncelikle düşen satın alma gücünü net bir biçimde ortaya koymamız lazım. Bırakın kirayı, yaşamaya yetmeyecek maaşlar alan insanların, anayasal hakkı olan barınma başlığına ulaşmasının hayal olduğu bir ortama geçtik.
Artan fahiş kira oranları, ister iş yeri isterse konut olsun, insanların gelirinin çok üzerinde bir noktaya ve aklı zorlayacak oranlara çıktı. Ortalama bir ev kirasının 10 bin TL’ye ulaştığı günümüzde, ülkemizde çalışanların yüzde 65’inin 15 bin TL ortalama gelirle yaşadığını düşünürseniz, zaten matematik buna izin vermiyor.
Hele ki bunların içinde asgari ücretli ve emekli insanların yoğunlukta olduğunu dikkate alarak bir analiz yaparsanız, mevcut kira oranlarının karşılanabilmesi mümkün değil. Hepsinin ötesinde kirayı verenin diğer ihtiyaçlarını gidermesi olanaksız.
Dönelim mal sahibine... Belki de ağırlıklı bir bölümü, kira geliriyle yaşamaya çalışan bu insanların, ağırlaşan yaşam koşullarında oradan gelecek paraya ihtiyacı olduğunu göz ardı edemezsiniz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Körfez ziyareti dönüşünde bu kişilerin bedelini ödeyeceklerini söyledi. Peki bedel ödetmeye çalıştığımız kişiler kimler? TÜİK tarafından kimsenin inanmadığı yüzde 38 enflasyon açıklanan, ama sokaktaki enflasyonun üç haneli olduğu bir ortamda, geçimini buradan sağlayan sıradan vatandaşı yüzde 25’e mahkum edebilir miyiz?
Etmemeliyiz, ama davalık olmadan uygulanamayan bu oranın geçerliliğinin kalmadığını görmüyoruz. Oran uygulanmıyor ama tartışma yarattığı ve ikili ilişkideki barışı zedelediği çok açık.
Bu iki kesim arasındaki sorun büyürken asıl rantiye denilebilecek, yani kira geliriyle geçinmeye ihtiyacı olmayan, çalışmadan para kazanan, mal varlığı 10 ve üzeri olan kişilere mercek tutmamız gerekir.
Maddi gücü bulunan, davalık olmaktan çekinmeyen, kazancının kaynağı sorulmayan ve çoğu zaman da rayiç bedelin çok altında vergi ödeyerek geçinin bu kesime kimse dokunmuyor. Bir ülkede mal ve mülk sahibi olmak, insanların en doğal hakkıdır. Eleştirdiğim yan bu değil.
Burada kritik olan defaten milyonlarca lira para ödeyerek mülk sahibi olan insanlara, parasının kaynağının ne olduğunun sorulmaması. Esnafın kesmediği fişe ceza yazan bir sistem, her yapılan projeden ev ya da işyeri toplayan bu insanlara ‘nereden buldun’ diye soramıyor.
Sormadığı için de herkes yüzünü eline alıp, fütursuzlaşıyor. Sıradan kiracı – mal sahibi kavgası arasında da, aradan sıyrılıp gidiyorlar. Asıl piyasayı bozan bu kesim olmasına rağmen, sessiz sedasız hem kira oranlarını, hem ev fiyatlarını yükseltip, işi içinden çıkılmaz bir hale sokuyorlar. Sorun bakalım paranın kaynağını mesele kalacak mı?
Şüphesiz iş burada da bitmiyor. Yabancıya vatandaşlık vererek konut satan, gerçek olmayan enflasyon açıklayarak insanları kıskaca sokan, sosyal konut yerine lüks dairelere yönelip, piyasayı regüle etmeyi bırakan kamu yönetimi, burada birinci dereceden sorumludur.
Fakat ne kamu ne de rantiye sorunu üzerine almayınca, geriye zaten geçim derdinde olan, geliri güdükleşen, gideri artan ve gerçek olmayan bir enflasyon altında ezilen iki muhatap karşı karşıya kalıyor. Kiracı ve mal sahibi...
Sonuç mu? Gerçekten derdi geçim olan insanlar ya kavga edip, ya gücü gücüne yeten oynuyor; ya davalık olup ya ödeme problemi yaşıyor; ama işin gerçek sorumlusu iki kesim onların kavgasına hakem olmaya soyunuyor. Bu sorun böyle ancak çözümsüzlüğe koşar.
[email protected]