Çok gündemli ama vizyonsuz kısır tartışmaların arasına sıkıştırılan Türkiye’de sürekli yeni bir konu ortaya atılıyor, kimseye faydası olmayan tartışmalarla gündem değiştirilmek isteniyor, ama vatandaşın yaşadığı geçim sıkıntısı o kadar şiddetli ki sonuç vermiyor.
Aralık ayına yaklaştığımız şu günlerde, herkesin gözü ücretlere ve maaşlara yapılacak zamlarda. Emekli aylıklarından ücretlere kadar artış oranıyla ilgili tartışmalar devam ederken, meseleyi rakam belirleyip üst sınırlara koyarak yönetmeye ve yine vatandaşı çırak çıkartmaya hazırlanıyorlar.
Mesele emekli maaşlarından söz eden yok. Aslında bunlara maaş denmesi bile hatalı bir yaklaşım. 12 bin 500 alt limitiyle ve ülke genelinde 15 bin TL ortalamayla hem açlık sınırının çok altında kalan, hem de artık harçlık, ikramiye diye nitelendirilecek oranlara geldik.
Fakat mesele her gündeme geldiğinde, Cumhuriyet tarihinin en yüksek maaşlarını vermekten söz ediyorlar. Öncelikle kimse cebinden bir para vermiyor. Yıllarca çalışırken, kumbara para atan insanlar, birikimleriyle hak ettikleri bir maaşı alamama gerçeğini yaşıyor.
O nedenle EYT’den iane verilir gibi davranılan emeklilere kadar herkes rahat olsun. Bu bir yardım parası değ il. Hak ettiğinizi alıp, alamamanız ile ilgili bir durum. Açlık sınırının 20 bin TL’yi geçtiğimiz bugünlerde ortadaki rakamları telaffuz etmek yeterince ayıp hale dönmüşken, bir de yardım parasıymış ve yükmüş gibi davranılması kastı aşan bir tavır haline dönüştü.
Keza aynı durum çalışan maaşlarında da söz konusu. Enflasyona kimseyi ezdirmediğini söyleyenlerin, yıllardır ama özellikle son beş yıldır, gerçekçi olmayan rakamlarla ortaya çıkıp, geçen sene çıtayı daha da yükseltip hedefteki enflasyon oranında zam yaparak insanları içinden çıkılmaz bir noktaya ittiği gözden kaçmamalıdır.
Daha önceki yıllarda TÜİK rakamlarını tartışırken, bu gün ekonomi yönetiminin hayallerindeki oranlarla gelir artışına muhatap olup, ardından da üç haneye yaklaşan fiyat artışlarını karşılamaya çalışmak matematiksel olarak mümkün değil.
Gözüken o ki asgari ücreti maksimum 25 bin TL’ye, emekli maaşlarını da yine en fazla 17 bin TL’ye park ederek, ama bunun karşılığında giderlere kat be kat üzerinde artışlar yaparak yeni yılın ilk ayına adım atmaya çalışan bir yaklaşımla karşı karşıyayız.
Şu çok net ki, telaffuz edilen rakamlara insanların işin içinden çıkması mümkün değil. Daha garip olanı ise bu düşük oranları dikkate aldığınızda işverenin de vergi ve prim yükü nedeniyle karşılaması olanaksız.
Türkiye’nin bir an önce planlı bir ekonomiye geçmesi, gerçek bir programa sahip olması ve insanları, üretimi öncelikleyen yaklaşımlar sergilemesi gerekiyor. Aksi takdirde 2025 her yanıyla sıkıntılı bir süreci kapımıza getiriyor.
Kişisel ya da kurumsal iflaslar yaşandıktan sonra, oluşturulan rakamların bir değeri yoktur. Ekonomi yönetimi her şeyi yanlış yaparak, doğru sonuç bekliyorsa, daha çok sorun yaşarız.