Ticaret Bakanlığı efsane indirimleri mercek altına aldığını duyurdu. Özellikle kasım ayı içerisinde gerçekleşen kampanyalardaki vurguları ele alacak. Açıklamaya göre efsane ya da şahane diyerek gündeme gelen kampanyaları inceleyeceği anlaşılıyor.
Öncelikle şunun altını çizeyim ki Black Friday olarak orijinal ismi olan, Türkçe’si Kara Cuma diye nitelendirilen bir aktivitenin isminden korkarak başlayan, nedenini anlamayan bir yaklaşımdan rahatsız olmuyorsanız, işin detayını da sağlıklı araştıracak iradeniz yok demektir.
Bu isim tamamen o yıllarda ABD’deki alışveriş çılgınlığından kaynaklanan ve aşırı trafiğe neden olan bir ortamın, ertesi gün gazete manşetine taşınmış halinden başka bir şey değildir. Yani herhangi bir kutsiyetle ya da kutsala hakaretle ilgisi yoktur.
Daha meseleleri bu düzlemde tartışmıyorsanız, mağduriyetinizin de nedenini bulamazsınız. Kampanyalar incelensin mi, incelensin. Tıpkı enflasyonla mücadelede etikete bakıp fiyat incelemekten farkı olmayan bir sonuç ya da sonuçsuzluk doğuracaktır.
Oysa kasım ayıyla başlayıp, aralık ayının sonuna kadar devam edecek bu süreçte, zaten kanunen belirlenmiş sınırlar içinde yapılan uygulamaların denetimi, muhtemelen iş, kitabına ya da gerçekten kanuna uyduğu için problemi çözmeyecektir.
Asıl incelenmesi gereken algı yöntemidir. Bazı mağazaların kapılarda insan birikimlerini organize ettiğinizi duyuyoruz. Sonra kapılar açılıyor ve insanlık dışı görüntüler içinde insanlar birbirini ezerek sözde alışveriş yapıyor.
Şayet bu algı böyle yönetilirse, bunun kurgu olmayan yerlerde de tetiklenmesi kaçınılmaz. Kampanyaları ve fiyatları inceleyeceğimize asıl, yaratılan algının üzerinde durmamız gerekir.
Mesela bu konuda hiç değinilmeyen bir başlık paylaşayım. Çoğu site ‘kaçırmayın’; ‘son 60 adet’ gibi söylemlerle satışı tetikliyor. İnsanları bir yarış psikolojisine sokan bu tavır eğer inceleme altına alınmıyorsa, göstermelik iş yaparsınız.
Bu dönemde sitelere girin ve bakın. Sürekli bir ‘kaçırmayın’ ibaresiyle, insanları yarıştıran bir psikoloji yönetiliyor. Piyango kültürüne eğilimli bir tüketici yapısını buradan yönetirseniz, bir süre sonra zaten fiyata bakmaz.
Herkesin durup, nefes alıp düşünmesi gerekir. Nereye yetişiyoruz? Yarıştırıldığınız ortamda satın alacağınız ürün ne kadar hayati? Yani solunum yetersizliği olan bir hastaya, kısıtlı sayıdaki solunum cihazını mı satıyorsunuz?
Kaçırsanız ne olacak? Alt tarafı alamayacağınız bir kazak. Hatta o kazağa ne kadar ihtiyacınız var? Sakince oturup düşünüldüğünde bu soruların yanıtı belli. Ama tüketiciyi bir yarışma psikolojisine sokarsanız, ihtiyacı olmayanı da satarsınız.
Bakanlık önce ismine itiraz ettiği, sonra da yaptığı düzenlemeye uyup uymayanları denetlediği bu yapıyı genişletmeli; asıl algı üzerinde durmalıdır. Hatta Reklam Kurulu da bunu gündemine almalıdır.
İnsanları yarışa sokan bu yaklaşım hem etik değil; hem de gereksiz tüketimi tetikleyen bir özellik sergiliyor. Adına takıldığınız kadar psikolojisine konsantre olsanız, belki de kimsenin fiyatla kandırılması mümkün olmayacak.
Bu, denetleyen adına dikkat edilmesi gereken. Peki ya tüketici? Sorun kendinize, sizi yarıştırdıkları ürün ne kadar hayati? Ve yine sorun kendinize: Nereye yetişiyoruz?
[email protected]