Hatırlar mısınız eskiler anlatır: Bayram öncesinde ayakkabı alınırdı ve heyecandan uyuyamazdık. Yeni ayakkabılarımızı yastığın altında saklar, sabah ilk iş onları giyerdik. Çünkü sadece bayramlarda alınırdı.
Her fırsatta eskiye kötüleyerek atıfta bulunulan bir ortamda, en az 40 yıl öncesinde kalmış hatıralardan söz ediyoruz. Çünkü bizim çocukluğumuzda bile bu yaşanmazdı. Elbette bugünkü kadar bir alışveriş çılgınlığı yoktu. Ama ihtiyaçlar bütçe doğrultusunda giderilir ve bayramdan bayrama yapılan alışverişler konuşulmazdı.
Biz bunları kendi çocukluğumuzda, büyüklerimizden dinlerdik. Şimdi uçtuğumuz, kaçtığımız söylenen bir ekonominin tam göbeğinde tekrar sobaya dönen ve palto alabilmenin kaygısını taşıyan üşüyen insanlar kaygısıyla tanıştık.
Geçtiğimiz haftanın iki kritik haberinin yansıması ile yazıyorum bunları. Birincisi 36 ay vadeyle palto satışı… Düşünsenize, konfeksiyonun bu kadar ilerlediği, hazır giyimde dünyanın ilk beşinde olan bir ülkede insanlar palto alabilmek için 36 ay borçlanmak zorunda kalıyorsa, durum çok fena demektir.
İlla çok pahalı ürünlerden bahsetmiyorum. Mahmutpaşa’ya Mercan’a gidip, standart bir ürünü bile alabilecekken, bunu karşılayacak parası olmadığı için, 36 ay taksit yapan insanlardan söz ediyoruz. Hem de bir tekstil ve hazır giyim ülkesinde… Sizce bu düşünmeye değmez mi?
Bir diğer haber ise soba satışlarındaki patlama. Zannetmeyin ki kömür yakacaklar. Çünkü doğalgaz fiyatlarının bel büktüğü ülkede, söylendiği gibi çevreyi de ihmal etme pahasına yerli kömür kullanma şansınız yok.
Türkiye’deki kömürlerin büyük bir çoğunluğu Rusya’dan ithal ediliyor. Yani onlar da dolara endeksli bir tüketim özelliği taşıyor. Bizi kıskandığı söylenenlerin, ellerinde 100 dolar karşısında bozdurdukları TL’leri sallayarak ‘çok ucuz burası’ diye haykırıp araçlarını tıka basa doldurduğu bir fotoğraf içerisinde, vatandaş soba kurup çalı çırpı yakarak kışı geçirmenin hesabını yapıyor.
Hangi ülkede? Güneşin, rüzgarın, jeotermalin nimet diye sunulduğu bir ülkede bunu yaşıyoruz. Neden? Çünkü doğalgazımız da Rusya başta olmak üzere dışardan geliyor. Daha acısı kullanmasak da parasını ödeyeceğimiz anlaşmaların gölgesinde.
Sonra bu ülkenin yetkilileri çıkıp Avrupa ısınma endişesi yaşarken, Türkiye’de böyle bir tedarik endişesinin kimsede olmadığından söz ediyorlar. Oysa bilmiyorlar ki, insanların endişelendiği konu ülkeye giren doğalgazı çoktan geçmiş vaziyette. Onlar kapıdaki sayaçtan geçecek doğalgazın telaşına düşmüş haldeler.
Yine bir başka yetkili çıkıp, bu ülkede hiç kimsenin vatandaşın enflasyona ezdirildiğini iddia edemeyeceği gibi büyük laflar ediyor. Hangi koşullarda? Her iki çalışandan birinin açlık sınırının altında olan asgari ücret aldığı, emeklilerin bu rakamlara bile ulaşamadığı, işsizlerin yok sayıldığı, EYT gibi tartışmaya açık olmayan bir alanda siyasi hesapların yapıldığı ve 1,3 trilyon TL vatandaşın kredi borcunun olduğu bir ortamda?
İnsanın içinden ne geliyor biliyor musunuz? O, çıkart cep telefonu diyenle, eskiden bu ülkede ne yaşandığını soranlar var ya, onlara dönüp “Nereden bu değirmenin suyu” diye sorası geliyor. Çünkü ya yalan söylüyorlar ya da açıktan para alıyorlar.
[email protected]