Bir baba; henüz 45 yaşında ve hayatının baharında... Geçirdiği kaza sonucu kolundaki sıkıntı nedeniyle işsiz kalıyor ve çalışamıyor. Sonra okullar açılıyor ve çocuğuna pantolon alamadığı için, gururuna yediremeyip, hayatına son veriyor. Çok acı bir olay ve böyle sonuçlanmaması dilerdim.
Türkiye neredeyse sosyal medya dışında bu haberi yok sayıyor. Oysa Kocaeli’nden gelen haber ilk değil. Daha 3-4 sene önce bir Ramazan günü, akşam eve gelip ‘iftarda ne var’ diye sorduğu eşinden ‘bir şey yok’ yanıtını alıp, içerideki odada aynı kadere koşan bir başka kişiyi de hatırlıyorum.
Yıllar içerisinde işin içinden çıkamayıp intihar eden işadamları, babalar, anneler ve niceleri... Bizler hep bunları kamuoyuna yansıdığında görüyor, işitiyoruz. Oysa her dört duvarın arası bir dram. Elbette kimse bu yola başvurmamalı...
Ama içinden çıkılamayan borçlar, yüksek kredi kartları, icralar ve bir de işsizlik kapıyı çaldı mı; insanlar bunalıma giriyor. Ve Türkiye’de herkes bu olaylara münferitmiş gibi yaklaşarak, hayatına devam ediyor.
Fakat durum hiç de öyle değil. Cebinden vefat ettiğinde 20 TL çıkan o babayı unutmayın. Çocuğuna pantolon alamadığı için bunu gurur vesileyi yapan o adamı... İşsiz kalmadan önce, belki de başını sokacak bir evi olur umuduyla ev kredisine girmiş ve işin içinden çıkamamış.
Şimdi sorarım size, hangimizin diğerinden farkı var ki? Hangimiz yıllarca uygulanan tüketim ekonomisinin tetiklemesiyle borç içinde yaşamaz hale geldik ki? Bir tarafta her şey yolundaymış gibi davrananlar, öte tarafta kaderlerine mahkum edilenler.
Bakın ne kadar çok olduğumuzu anlatmanın istatistiksel yolu da var. Her yıl ağırlaşan bir tabloyla ortaya koyan, Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nın 18 Eylül 2018 tarihli TÜİK açıklaması bize ne anlatıyor? Tabii ki bunların iyileştirilmiş resmi rakamlar olduğunu da tekrar hatırlatırım.
Türkiye’nin gelir seviyesi bakımından ilk 20’si ile son 20’si arasındaki fark 7,7 kat... Yani anormal bir gelir eşitsizliği yaşanıyor. Sürekli yoksulluk oranı yüzde 14... Yani 12 milyon kişi kronik yoksulluk altında... Ciddi maddi yoksunluk oranına bakıldığında ise oran yüzde 28,7...
Neredeyse 25 milyon kişi, TÜİK belirlemesine göre şu kriterin içinde yaşıyor. “Finansal sıkıntıda olma durumunu ifade eden maddi yoksunluk; çamaşır makinesi, renkli televizyon, telefon ve otomobil sahipliği ile beklenmedik harcamalar, evden uzakta bir haftalık tatil, kira, konut kredisi, borç ödemeleri, iki günde bir et, tavuk, balık içeren yemek ve evin ısınma ihtiyacının ekonomik olarak karşılanamama durumu...”
Bitmedi... “Nüfusun, yüzde 69,2’si konut alımı ve konut masrafları dışında taksit ödemeleri veya borçları olduğunu, yüzde 60,8’i evden uzakta bir haftalık tatil masraflarını karşılayamadığını ve yüzde 13,4'ü konut masraflarının hanelerine çok yük getirdiğini beyan ediyor.”
Buna Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan İnsani Gelişmişlik Endeksi’nden baktığımızda ise durum daha da iç acıtıcı... Türkiye, 2018 yılı verilerine göre son sırada Nijer’in bulunduğu 189 ülkenin içinde 64. sırada yer alabiliyor. Dünyanın ilk 20 ekonomisi içinde sayılsanız ne olur?
Peki ne bu insani gelişmişliğin kriteri? İnsani Gelişme Vakfı’nın resmi sitesinde kriter şöyle ortaya konuluyor: “Birleşmiş Milletler’in İnsani Gelişme Endeksinde kullandığı üç değişken, temel unsurları oluşturmaktadır. Bu üç temel unsur; uzun, sağlıklı ve yaratıcı bir hayat yaşamak; bilgi ve eğitim alabilme imkanına sahip olmak ve insana yaraşır bir hayat için gerekli kaynaklara ulaşabilmektir.”
Daha açıklayıcı olması bakımından somutlaştırarak sorayım. En son hanginiz ailenizi alıp maddi bir çekince duymadan tiyatroya, sinemaya gittiniz? Kaç kişi ayın belli başlı günlerinde ailece dışarıda yemek yiyebiliyor? Yani kriterlerin tercümesi bu kadar basit.
Eve mahkum edilen, orada da tek eğlence kaynağı haline gelmiş televizyon üzerinden beyni yıkanan, kendi gerçeğine yabancılaşan ve benzer sorunları yaşarken, işin içinden çıkamayıp, asla tavsiye olunmayan bir biçimde hayatını noktalayanlara uzaktan üzülen, ama bu durumun sorumlusunu aramayan insanlar yarattık.
Şimdi meseleye bu gözle bakmanızı öneririm. O pantolonu alamayan, akşam evine ekmek götüremeyen, borçlarının içinden çıkamayan her anne baba, aslında aynı sıkıntıyı yaşıyor. Tek sorunu bunu sadece kendinin yaşadığını sanması... Başını öyle bir öne eğmiş ki, milyonlarca kişinin aynı durumda olduğunu görmüyor.
Biraz başını kaldırdığında da televizyonda tek bir cümle duyuyor: Dünya bizi kıskanıyor ve bu yüzden sürekli bizimle uğraşıyor. Başını kaldır ve çevrene bak. Gerçeği ve yalnız olmadığını göreceksin.