Türkiye’de vatandaşın ekonomik durumuyla ilgili ilginç bir manzara var. Bir tarafta geçinemeyen, alım gücü her geçen gün düşen, kimi zaman işsiz kalan, kimi zaman ürettiğinden para kazanamayan insanlar, öte tarafta her şeyin yolunda olduğunu söyleyen bir ekonomi yönetimi…
Elbette rakamlar üzerinden oynanan bu oyunun gölgesinde, tüketim ve satınalma kabiliyetini yitiren ve bunu yitirmemek için daha çok batan insanlar gerçeği de tüm çıplaklığıyla ortada duruyor; ama yok sayılıyor.
Oysa açıklanan Dünya Sefalet Endeksi, iktidarın değil vatandaşın doğru söylediğini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Kim bizi kıskanıyor bilmiyorum; ama sefalet sıralamasında Türkiye’nin en azından Avrupa’nın en kötüsü olduğu net bir biçimde gözüküyor.
156 ülkenin sıralandığı Dünya Sefalet Endeksi’nde Türkiye’den daha kötü durumda olan sadece 20 ülke olduğu net bir biçimde paylaşılıyor. Bizden daha kötü olanlara da şöyle bir göz atmakta fayda var.
21. sırada bulunduğumuz endekste daha iyi durumda olduğumuz ülkelerden bazıları şunlar: Venezuela, Zimbabve, Sudan, Lübnan, Surinam, Libya, Arjantin, İran, Angola ve Madagaskar. Bunlar zaten sırasıyla ilk 10 ülkeyi oluşturuyor.
Bu arada bizi kıskandığı, bizden daha kötü durumda olduğu söylenen mesela Almanya 145. sırada… Hazır giyim, ayakkabı gibi sektörlerde en büyük rakibimiz sayılabilecek İtalya 85. sırada… Her fırsatta yeni konjonktürde önüne geçtiğimizi söylediğimiz ama asgari ücrette dolar bazında daha ucuz hale geldiğimiz Çin bile 152. basamakta yer alıyor.
Bizden bir tık kötü durumda olan ülke ise Güney Sudan… Irak’ın dahi bize göre daha az sefalet çektiği, araştırmayla ortaya konuluyor. 2013 yılından beri açıklanan sefalet endeksinde 2014 senesinden bir basamak daha kötü noktaya geldiğimiz görülüyor. 2019’da ise ilk 5’e girmeyi başarmıştık.
Peki bu sefalet endeksi hangi kriterlere göre belirleniyor? “Bir ülkedeki işsizlik, enflasyon ve banka kredi faizi oranlarının toplamından; kişi başına düşen reel gayrisafi yurt içi hasıla büyümesi çıkarılarak hesaplanıyor.”
Yani siz istediğiniz kadar rakamlarla oynayarak işsizlik yokmuş gibi davranın. Enflasyon hesaplamalarında önce sepet ağırlığı üzerinden algı yönetip, başa çıkamayınca gıda ve enerji maliyetlerini yok sayın. Kişi başına gelir üzerinde ‘AB’ye uyum sağlıyoruz’ bahanesiyle büyük sıçramalar yapın; sonuç değişmiyor.
Şimdi tüm bunları alt alta koyduğumuzda artık boş laflarla günü geçirmemenin acil bir başlık haline geldiğini çok net görüyoruz. Zaten vatandaş da reel sektörde geçim kavgasıyla, aşırı borçlarıyla bunu yüksek sesle dile getiriyor.
Sorun şu: Tüm bu gerçeklere ve yaşananlara kulak tıkamış, kendi hayalperestliklerine ülkeyi ikna etmeye çalışan, eldeki yetkileri nedeniyle sorumluluğu taşıması ve sorunu çözmesi gereken sorumsuzlara sahibiz. O nedenle de her geçen gün biraz daha eriyoruz.
[email protected]