Geçim derdi başka şeye benzemez. Her ne kadar bu konuda ‘yapılana razı’ bir görüntü verilse de, kısır tartışmaların ötesinde her ev kapısı kapandığında, dört duvar içinde bu zorluk yaşanır. Ne var ki zorluk artık dört duvar arasında da kalmıyor.
İnsanlar bankalara aşırı borçlu hale gelip, kredi ve kredi kartlarıyla yaşamak zorunda kaldığından beri, o kapı mutlaka çalınıyor. Genellikle de mahallelerin dağıldığı günümüzde kapıyı çalan komşu değil, alacaklı oluyor.
Emeklisinden memuruna, çalışanından öğrencisine, esnafından çiftçisine kadar hiç kimsenin geçinemediği bir ortamda, üç beş satış noktasına ya da restorana bakıp, muhakeme yapmanın da çok etik olduğunu düşünmüyorum.
Bir kaç milyon insanın refah, hatta aşırı refah içinde yaşadığı, ülkenin yüzde 90’ının geçim sıkıntısı çektiği bir ortamda, bu örnek gösterilecek değil, sorgulanacak bir fotoğraftır. Sağlamasını yapalım.
İki yıldır ekranların karşısına çıkıp, tarihi zamlar verildiğinden bahsediliyor değil mi? Asgari ücrette, emekli aylıklarında... Her ne kadar bunlar ‘gönülden kopma’ gibi kriterlerle vatandaşlık ve demokrasi tanımının yakınından bile geçmese de, vaka bu.
Peki o zaman sormak gerekmiyor mu? Tarihi zam verildiği söylendiği son 2-3 yılda neden fakirleşmenin, satınalma gücündeki erimenin, ekonomideki bozulmanın önüne geçilemedi? Bunun yanıtı belli.
Bir gelire ne kadar artış yaptığınız, gideri göz ardı ederek yaklaşıyorsanız anlamsızdır. İkincisi verileri manipüle edip, sonra da gerçek olmayan veriler üzerinden hareket ediyorsanız, başladığı gün gücünü yitiren rakamlar konuşursunuz.
Üçüncüsü ekonomik başarı diye ortada gezdiğiniz fotoğraf içerisinde büyük bir ekonomik fiyasko söz konusudur. Şimdi tüm bu gerçekler ortadayken yine aynı filmi izliyoruz. Asgari ücretle ilgili artış için komisyon toplandı ve konuşuluyor.
Konuşuluyor diyorum çünkü dram burada başlıyor. Her şey ülkede açlık sınırının üzerinden tartışılıp, ortalama ücret haline gelmiş bir gelir türünü nasıl ayarlayıp, kaç ay daha açlık sınırının üzerinde kalınacağı çerçevesinde geziniyor.
Ülkede asgari ücret ve bir miktar üzeri, çalışanların yüzde 65’inin geliriyse, ama örneğin Avrupa’da çalışanların sadece yüzde 4’ü asgari ücret alıyorsa, buna karşılık pazarlıklar bu ortalama ücret haline gelen rakamın açlık sınırı seviyesinden yapılıyorsa, konu kapanmış demektir.
Bu dengesizlikte ve gerçek olamayan verilerde, alanın mutlu olamayacağı, verenin gücünü aşacak rakamlardan söz edilir ve yine açlık sınırında mücadele yaşanır. Asgari ücrete bağlı olarak da emeklisinden esnafına herkes bundan etkilenir.
Türkiye’ye bence gelir pazarlığından önce samimiyet gelmeli. Verilerde, söylemlerde, geçim koşullarında, enflasyonda ve en önemlisi insana yaklaşımda. Gerisi sonuçsuz bir çaba.
[email protected]