Ah şu bizim yeme içme ihtiyacımız yok mu? Karnımız acıkıyor da az çok bir şeyler yiyoruz, bunun için de alışveriş yapıyoruz ya tüm hesaplar alt üst oluyor. Biliyorsunuz daha önce de çok et talep ettiğimiz için et fiyatlarının da yükselmesine neden olmuştuk.
Bizim yüzümüzden iktidar enflasyonu dizginleyemiyor. Bu durum bizzat iktidarın başı tarafından da, Merkez Bankası nezdinde de dile getiriliyor. Olaya güler misiniz, ağlar mısınız bilemiyorum ama vaka, ‘Gıda olmasa enflasyon düşer” diye manşet atacak noktaya kadar geldi.
Önlemler (!) siftah yapmakta güçlük çeken, maliyetlerinin altında ezilen esnafı stokçulukla, fırsatçılıkla suçlamakla başlayıp, terör örgütü gibi eş zamanlı 5 ilde basmaya kadar vardı.
Sonra da tanzim satışlar çözüm olarak gündeme geldi. Hatta ilk çadır bile açıldı. Yanlış duymadınız çadır açıldı. Öyle eskisi gibi tanzim satış noktaları falan hayal etmeyin. Ankara’da ilk tanzim satış çadırları kuruldu.
Burada belediyelerin uygun fiyata satış yapması bekleniyor. Peki tanzim satış noktaları ile fiyatlar ucuzlar mı? Aslında merak edilen yanıt bu. Meselenin bir çadır tiyatrosuna dönüşmesi ile, satış çadırların kurulmasının örtüşmesi talihin bir oyunu mudur bilinmez ama, bu yolla enflasyonun düşürülmesi hedefleniyor.
Bu yolla fiyatlar düşmez. Sadece kısa bir süre elde edilen ürünlerle, kısıtlı bir çevreye ucuz ürün satışı gerçekleştirilebilir. Ürünlerin fiyatının ucuzlaması başka, ucuza ürün satma başka ve ilgisiz konular. Eskiden uygulanan tanzim satış noktaları ile bunu karıştırmayın. Çünkü onların belli bir sistematiği vardı.
Meseleye mağaza diye başlayıp, çadırlarla idare eden bir yaklaşım neden sakat onu anlatayım. Öncelikle bu kalıcı bir çözüm değil. Çünkü sübvansiyonu sonsuza kadar sağlayamazsınız ve aradaki ulaştırma başta olmak üzere tüm maliyetleri ancak cepten karşılayarak zararına mal satabilirsiniz. Sonuçta görev zararı yaratacağından yine sizin cebinizden çıkar.
Ayrıca bu uygulama kısıtlı bir çevreye ulaşacağından ve eldeki mal ile sınırlı olduğundan enflasyon üzerinde gerçekten kalıcı bir etki yaratmaz. Sorunun hakikaten çözülebilmesi için Türkiye’nin tarlasının tekrar üretim yapar ve bundan para kazanır bir hal alması lazım.
Sağlıklı bir kooperatif sistemini konuşmadan, ürün maliyetlerinin üzerinde köprü ve otoyol zorunluluğu getirerek artışlara neden olan taşımacılık sorununu çözmeden, çiftçinin girdi maliyetlerine neşter vurmadan, ithalatla piyasayı terbiye etmekten vazgeçmeden, köylüye verilecek krediyi çılgınlıklara yatırmaktan imtina etmeden, planlı bir tarım politikasına geçip, yazılım temelli teknolojileri buraya uyarlamadan bu sorunu aşamayız.
Şimdi Ziraat Bankası’nın yeni kredileri açıklandı. Orada bile ciddi bir mantık hatası var. Bakan Albayrak’ın açıklamasında seraların ve seracılığın kredilendirileceğini söylendi. Bu başlı başına bir akıl tutulması.
Esas olan tarlada normal tarım yapabilmektir. Belçika büyüklüğünde bir tarım alanını terk edip, barajlarla tarım topraklarını yok ederek verimli bir üretim gerçekleştiremezsiniz.
Tüm bu sorunları aşarsınız ve bunun dışında ilave olarak seracılığı geliştirirsiniz. Ama biz tarlayı unuttuk; seracılıkla tarımı kurtarıp, fiyatları düşürmeye çalışıyoruz. Daha kötüsü bunu da çözüm diye anlatabiliyoruz.
Bakan Albayrak, Antalya örneğini verip patlıcan fiyatı üzerinden stokçuluk yapıldığını anlatırken ‘ülkede kıtlık olsa anlayacağız’ diyor. Zaten temel problem bu. Birincisi üretim yapılamadığı için bir tür kıtlık var. Bunu ithalatla çözdüğünüz için de üretimsizleşiyoruz.
İkincisi üretim sorunumuz var. Ama ithalat da yapıldığı için gerçekten kıtlık yok. Kıtlık olmayan bir yerde stokçuluk da olmaz. Madem kıtlık yok; stokçu hangi yok gerçeğinden para kazanacak?
Sonuç mu? Seviye buysa, biz daha çok fiyatı artan ürünlere ulaşamadığımız günler yaşarız. Çünkü ekonomiyi yönetenler daha yarattıkları kısır döngünün farkında değil. Sobeleyecek adam arıyorlar.
[email protected]