Vatandaşın en önemli sorunlarının başında geçim derdi geliyor. Her gün artan yaşam maliyeti ve eriyen gelirler, insanları ülkede yatağa aç girer hale getirdi. Milyonlarca kişinin açlık sınırının altında maaş aldığı bir ülkedeyiz.
Bunun en açık kanıtı açıklanan açlık sınırı rakamlarının bile asgari ücretin üzerinde yer alması. Sözleşmeli Türkiye’de memurundan işçisine kadar önemli bir kesimin iş güvencesiz çalıştırıldığı açık.
Bu yetmiyormuş gibi, mesela turizm sektöründe bir Uzakdoğu’dan ithal işçi önerisi getiriliyor. Sen sokaktaki adama iş buldun da, Uzakdoğulu’yu mu kurtarmaya çalışıyorsun? Elbette öyle değil.
Suriye’den, Uzakdoğu’dan ya da dünyanın herhangi bir yerinden getirilen ithal işçiler, buradaki Türk insanının rekabet koşullarını olumsuz etkiliyor. ‘Ya bu maaşa razı olursun ya da kapı orada’ deme gücünü veriyor.
Eti, mercimeği, samanı ithal olan ülke sonunda, milyonlarca işsizi varken yurtdışından çalışacak adam getirmeye kalkıyor. Ekonomi yetkilileri de her fırsatta çıkıp ne kadar zenginleştiğimizin ve büyüdüğümüzün iknasına çalışıyor.
Oysa devletin resmi kurumu olan TÜİK bile araştırmalarında Türkiye nüfusunun yüzde 21,2’lik kısmının yoksulluk sınırının altında yaşadığını ortaya koyuyor. Bu da 80 milyon Türkiye nüfusunun yaklaşık 17 milyon kişisine karşılık gelir. TÜİK’in ortaya koyduğu verilerin son derece iyimser ve gerçekten olumsuz yönde uzak olduğunu düşünmesek bile, sadece bu nüfus sayısı dahi Türkiye’de ekonominin alarm verdiğini gösteriyor.
Üstelik araştırma sadece bununla da kalmıyor. Mesela bireylerin yüzde 59,7’sinin oturduğu konutta ev sahibi olduğu tespitini paylaşıyor. Kiracı oranı sadece yüzde 24,4... Bunların da imar affından yola çıkarsak, çok ciddi bir kaçak yapılaşma içinde olduğunu görüyoruz.
Lakin burada daha kritik bir soru var: İnsanının yüzde 60’ı ev sahibiyken, neden bir ülkenin ekonomi yönetimi milyarca dolarlık borcu, toprağa gömmekte ısrar eder? Oysa aynı rakamlar insanlara istihdam alanları yaratmak için kullanılabilirdi. O zaman da bunun adı borç değil, finansman olurdu. Garip bir çelişki; en hafif tabiriyle işbilmezlik.
Peki aynı araştırmaya göre paramızı nereye harcıyoruz? Eğer şanslıysanız ve evinize ekmek götürebilecek bir işiniz varsa, haneye giren paranın yüzde 25,2’sini konut ve kiraya harcıyorsunuz. Bu da konut sahibi gözükenlerin önemli bir bölümünün de oturdukları yerin bankalara ait olduğunu kanıtlıyor.
Geri kalanlar ise damını aktarıp, binasını izole etme gücünü dahi bulamıyorlar. Arta kalan parayı da diskoteklerde yediğimiz yalan. İkinci sırada yüzde 19,5 ile gıda ve giyim geliyor. En az bunu kadar bir oranın da ulaştırmaya gittiğini biliyoruz. Sağlık ve eğitime ayırdığımız para ise yüzde 2’lerde... Bununla birlikte cep telefon almaya devam ediyoruz.
Öyleyse Türkiye’de ekonomi yönetiminin anlattığı gibi bir zenginlik olmadığı, konuta yatırılan paranın geri dönmeyeceği, yoksulluk içinde yaşadığımız ama bununla birlikte son derece bilinçsiz tüketiciler olduğumuz gerçeği yüzümüze tokat gibi çarpılıyor.
Şimdi bunların hepsini bırakıp, hangi siyasetçinin hangi koltuğa oturacağını tartışıp, bunun için birbirinizi mi kıracaksınız? Eğer halen ders almıyorsanız, durum gözüktüğünden daha sorunlu demektir.