Ernst & Young’ın (EY) Perakendenin Geleceği isimli araştırması, ‘2 binli yıllarda kredilendirerek ne istersek satın alır’ denilip paraya boğulan, borçlandırılan ve bu yolla büyük bir israfa, harcamaya yönlendirilen tüketicinin başka bir noktaya evrildiğini bize gösteriyor.
O süreçte, arz talebi yönetirken, söylemde değerli hale gelen, ama bakış açısında hızla değerini kaybeden, hatta hakları tırpanlanarak kazanımlarını kaybeden tüketiciler, pandemi şokuyla, yeni kuşakların tüketici olarak devreye girmesiyle ve iklim krizinden satış alanlarının farklılaşmasına kadar bir dizi etkiyle yine gözde oldu.
Kısa süre öncesine kadar düşüncelerinin ne olduğunu anlamak yerine yönlendirmeyi tercih eden bir ekonomi anlayışı varken, bugün iş dünyası tüketiciyi anlamaya çalışan bir hale dönüşmeye çalışıyor.
Fakat büyük ölçüde bakış açısı değişimi var. Dün kaliteli ürünü, iyi bir fiyata satarak ulaşılacak bir tüketici grubunun artık değerler manzumesi üzerine kurgulanmış tüketim anlayışı, sorgulayan yapısı, reel sektörün de ezberlerini bozması gereken bir sürecin kapısını aralıyor.
Bundan böyle tüketici EY’nin raporlamasına göre üç temel kavramın arayışı içinde... Hayatı kolaylaştıran, temassız, yaşam tarzını odağına alan görünmezlik; yaşamı iyileştirmeyi esas alan vazgeçilmezlik ve samimiyet. Perakende noktalarının ancak bu üçünü sağlaması halinde tüketici güvenini elde edilebileceğine raporda dikkat çekiliyor.
Fakat ben yine de bu kavramların benzerlik arz etse de bizim gibi toplumlarda, kuşakların tam dönüşümü sağlanmadan yapılacak bir hamle ile zamanlama hatası ortaya çıkarabileceğini düşünüyorum. Lakin şu bir gerçek ki, artık tüketici hesap verebilen, şeffaf ve değerleri olan markaların ürünlerine yöneliyor.
Bunun bizim gibi toplumlarda bir süre daha esnaf faktörünü ön plana çıkaracağının da göz ardı edilmemesi gerektiğine inanıyorum. İşin perakende boyutundan tüketici boyutuna tekrar dönersek, 90’lı yıllarda öne çıkan, 2 binli yıllarda unutulan ve 2023 dünyasında, yani pandeminin ardından farklılaşarak gündeme gelen ‘tüketici kraldır’ yaklaşımın esas olduğu çok açık.
Fakat burada da değişik fotoğraflar var. Mesela pandemi sürecini kamu yardımlarıyla geçirip, zaten yüksek olan şahsi servetlerini ve gelirlerini artıran, bu yolla da enflasyona neden olarak gelişmiş ekonomileri zora sokan bir tüketici grubu var.
Şimdi ellerindeki parayı kimin alacağının kavgası yürüyor. Finans ekonomisinin aktörleri mi, yoksa parayı dağıtan kamu mu? Merkez Bankaları’nın dünyada faiz yükselterek, resesyonu da göze alıp, ekonomiyi soğutarak hedefledikleri ana eksen bu.
Biz ve bizim gibi ülkelere döndüğümüzde ise tüketici yine kral, tüketimlerinde dünyayla benzer yaklaşımlar sergiliyor ama parası yok. Parası olmadığı gibi de aşırı borçlu. Bugün vatandaşın finans kesimine olan borcu 1,8 trilyon TL’yi aşmış durumda. Yani tüketici belki kral ama çıplak kral.
Şimdi soru şu: Kısa süre öncesinde 300 TL ile kasap reyonuna girmeyi başarıyorsa, en az 10 günlük et ihtiyacını karşılayan tüketici, en büyük para birimi olan 200 TL ile bir kilogram kıyma alamıyorsa, burada hangi perakendenin geleceğinden bahsedeceğiz?
Bence Türkiye, Arjantin gibi ülkelere yeni bir rapor yazılmalı. Çünkü tekrar ediyorum. Burada tüketici, çıplak kral.