İç piyasanın geleceğine yönelik en önemli göstergelerinden biri sayılan tüketici güveni, eylül ayında da sistematik düşüşünü sürdürdü. Yüzde 13,2’lik azalışla endeks 59,3 oldu. Hiç rakamlara boğmadan bunun tercümesini şöyle yapalım.
Endekslerde 100 birim başa baş noktasıdır. Yani olumlu ya da olumsuz bir anlama gelmez. Altı olumsuz, üstü olumlu değerlendirilir. Ve 100 başa baş noktasının 59,3’ündeyiz. Sanırım bu örnek durumu açıkça ortaya koyuyor.
Peki tüketici neden güven duymuyor? Bence asıl sorulması gereken soru bu. Aylardır düşmeye devam eden ve risk algısını ekonomi yönetiminden daha iyi okuyan bir tüketici gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Çünkü günlük hayatından yaşadığının farkında. Resmi bültenlerde ve televizyonlarda ne söylenirse söylensin, ulaştırmadan gıdaya, borç ödemedeki sıkıntıdan giderlerini karşılamadaki zorluğa kadar her gerçeği iliklerine kadar yaşıyor.
Arada tatil dönemlerinde harcamaların ucunu kaçırsa da, açıklanan rakamların aksine, bunların da bir çoğunun küçük bir kitle tarafından yapıldığını, mesela turizmde yurtdışına gidecek olanların, kur nedeniyle yurtiçine yönelmesiyle bir tablo çıktığını söylemek lazım.
Bunun dışındakiler mesela bu konuda ağırlıklı olarak memlekete gidip, kışlık erzak almak üzerine kurgulanmış bir özellikte. Peki yaşadıkları güven duygusunu zedeliyor da, geleceğe yönelik güvensizlik nereden kaynaklanıyor?
Bunun yanıtını siyasette aramayın. Vatandaş günlük dertleri konusunda siyasette çözüm beklemeyi uzun süre önce bıraktı. Şu an hızla artan bir işsizlik riskini çok net görmüş vaziyette.
Hiç ummadığı, belki de mağazasından içeri girmeye gücünün yetmediği firmalarda arka arkaya başlayan konkordato dalgası, çok fazla öne çıkmasa da, sokaktaki adamın yaşayarak öğrendiği işten çıkarmalar, ödenemeyen borçlar da eklenince tüketicinin güvenindeki düşüşün sağlaması oluyor.
Yani siz ne kadar Rockefeller medyası yaratırsanız yaratın; ne oranda resmi istatistiklerle oynarsanız oynayın; insanları işsiz saymayıp işsizlik oranlarını ya da tüketim ağırlıklarıyla oynayıp enflasyon oranlarını ne denli aşağı çekerseniz çekin; o yaşadığının farkında...
Çünkü siz yok saydığınızı, kendisi, ailesi, komşusu, iş yerindeki arkadaşı, hatta patronu bizzat yaşıyor. Derler ya ‘bir musibet bin nasihattan evladır’ diye; işte tüketici yani vatandaş o musibeti bire bir şahit olarak iliklerine kadar hissediyor.
Doğal olarak da tüketim frene basıyor. Aslında bu kadar büyük bir kısır döngü ki, tüketici frene bastıkça da iç piyasaya hizmet veren üreticiler daha çok işsizlik ve daralmayı hissedecek ve belki de yeni işten çıkarmalar gündeme gelecek.
Şimdi filmin başına dönüp tekrar şu soruyu soralım: ‘İnsanları kazanmadığını harcamayı alıştırmayın’, derken haksızlık mı ediyor muşuz?