Geçim sıkıntısı had safhaya ulaşan vatandaş, artık işin içinden çıkamadığını yüksek sesle dile getirmeye başladı. Bir tarafta işsizlik ve düşen alım gücü, öte tarafta artan maliyetler tüketiciyi de, ona hizmet veren esnafı, çiftçiyi de hayatını idame ettiremez noktaya getirdi.
Öncelikle çok ciddi borcu var, yaşamak için yeniden borçlanma açmazıyla karşı karşıya, bir de üstüne üstlük pandemiden kaynaklanan ekstra maliyetleri karşılaması talep ediliyor. Elbette bunu 30 sene önce çok daha farklı geçiştirmek siyasetçiler için mümkündü.
Ama günümüzün dünyasında, yani iletişimin bu kadar açık, tüm dünyanın telefondan dahi takip edilebildiği süreçte, başka ülkelerde sunulan olanaklarla durumunu mukayese ettiğinde ‘neden’ sorusunu sormaya başlıyor ve iyi ki de soruyor.
Üstelik bu sorgulamayı da bir yakınma içerisinde değil, anayasal hakkı üzerinden ortaya koyuyor. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtildiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir devlet olduğu gerçeğiyle, yapılan uygulamaların bu yaklaşıma uygunluğunu talep ediyor.
Enflasyon üzerinden bir çıkış yapan Tüketici Birliği Federasyonu, tespitlerinin halkın enflasyonunun yüzde 40 düzeyinde olduğunu, araştırmaların da bunu doğruladığını belirten bir açıklama yaptı.
Bu koşullarda verilen zamların geçinmeyi bırakın, mevcut durumu dahi döndürmeye yetmeyeceğini bilen tüketici, işte bu noktada somut önerilerle kamuoyuna taleplerini iletti. Bir açıklama yapan Tüketici Birliği Federasyonu Başkanı M. Bülent Deniz, talepleri 5 maddede özetledi. Dedi ki:
“1-Gıda, medikal ürünler, elektrik, su, doğalgaz, iletişim gibi temel tüketime ilişkin hizmet ve ürünlerden alınan tüm vergiler 2021 yılı sonuna kadar sıfırlanmalıdır.
2-Uzaktan eğitime mahkûm olan çocuk ve gençlerimize yönelik olarak indirimli internet tarifeleri uygulanmalı, eğitim için gerekli elektronik cihazlardan alınan her türlü vergi 2021 yılı sonuna kadar kaldırılmalıdır.
3-Küçük esnaf, çiftçi, 10 yıla kadar çalışma süresi olan avukat, mali müşavir ve benzeri serbest meslek çalışanlarının gelir vergisi tarifeleri, 2020 ve 2021 yılları için yarı oranında düşürülmelidir.
4-Yol, köprü ve benzeri altyapı yatırımlarına ilişkin planlanan tüm girişimler ertelenmeli, bu yatırımlar için ayrılan bütçe, sosyal yardım olarak topluma ulaştırılmalıdır.
5-Yaşanan salgın sürecinin olağanüstü niteliği nedeniyle, toplumsal dayanışmanın örnekliğini oluşturmak üzere, “aynı gemide” olduğumuz söylemi yaşama geçirilmeli ve bir kereye özgü, titiz ve adil uygulanması kaydıyla servetin artışı ve transferinden ek vergi alınmalıdır.”
Bu 5 maddeden roman yazılır. Çünkü bir tarafta en çok vergiyi verenin dar ya da orta gelirli olduğunu anlatıyor; diğer tarafta ortaya koyduğu çözümlerle yalnız bırakıldığını da net bir biçimde ortaya koyuyor.
Ortada nasıl bir haksızlık yaşandığını da dile getiriyor; vatandaşın artık bu maliyeti karşılayamayacağını da açıkça söylüyor. Paranın doğru kullanılmasını talep ederken, esasen ekonomide öncelikler ilkesinin altını çiziyor; bunların hakkaniyetle yerine getirilebilmesinin de inisiyatif değil, sosyal devlet ilkesi üzerinden Anayasal bir zorunluluk olduğunu hatırlatıyor.
Sadece bu açıklama bile, Türkiye ekonomisini yönetenlerle vatandaşın ilişkisinin nasıl bir açmaza sürüklendiğini, sorunlarının da, çözümlerinin de tercihlerin çıktısı olduğunu bize gösteriyor.
Velhasıl kelam bu sese kulak vermek lazım. Zira vatandaşın geçinebilecek hali kalmadığı gibi, yeni yükleri kaldırma şansı da yok. Siyasetçiler ‘birine 40 gün deli dersek, delirir’ diye mi düşünüyor bilmiyorum ama, tüketiciye 100 gün de iyi deseniz durum değişmeyecek.
Sözün özü vatandaş alarm veriyor ve çözüm istiyor. Çözüm için de hem anayasal hakkını hatırlatıyor hem de şu mesajı veriyor: Lafla peynir gemisi yürümez.
[email protected]