Türk insanının bugün aile bazında baktığınızda önündeki en büyük problemi borçları oluşturuyor. Geçim kavgasının bile önüne geçen bu gerçek, ailelerin dağılmasından toplumsal dokuyu zedelemeye kadar birçok sorunu da beraberinde tetikliyor.
Tüketim ekonomisinin uygulandığı ve kredilerle desteklenen sistem içerisinde aslında en belirleyici etken çocuk oldu. Başlangıçta ‘ben yaşamadım o yaşasın’ ile başlayan, zaman içerisinde keyiften yapılan harcamaları zorunluluklarla ağırlaştıran ve tasarruf bilincini yerle bir eden bu ekonomik fotoğrafta çocuklar kullanıldı.
Sonuç mu? 2002 yılında toplam borç içinde ailelerin oranı yüzde 4 – 4,5 seviyesinde iken, 2018 yılına geldiğimizde yüzde 60 – 65 dilimine oturan borçlu bir toplum yarattık. Reklamlardan çizgi filmlere, okuldaki ortamlarından paralı eğitime, yiyecekten giyeceğe her alanda tetiklenen çocuk tüketici ve kredi ile işin kolayını bulan ebeveynler, uygulanan bilinçli ekonomik modelin de kölesi haline getirildiler.
Bugün geldiğimiz noktada ise borç batağında aileler, tasarruf bilmeyen çocuklarının isteklerini karşılamak üzere çırpınan, işin içinden çıkamayınca da dağılan bir görüntü verir oldular. Bunda çocukların zerre kadar suçu yok. Belki ebeveynlerin hatası var; ama temelde bu modeli ekonomi diye uygulayan ekonomi yönetiminin vebali mevcut.
Peki gelinen noktada istatistikler ne anlatıyor? Hemen TÜİK’in İstatistiklerle Çocuk 2017 verisinin tespitlerine bakalım:
“Yaşam memnuniyeti araştırması sonuçlarına göre; eğitim hizmetleriyle ilgili yaşanan en büyük sorun eğitim masrafları konusunda oldu. Eğitim masraflarında sorun görenlerin oranı 2017 yılında devlet okullarında yüzde 34,8 iken özel okullarda yüzde 42,8 oldu.
Devlet okullarında 2017 yılında eğitim hizmetleriyle ilgili en az sorun yüzde 8,9 ile okula kayıt işlemlerinde yaşanırken, özel okullarda ise en az sorunun yüzde 2,1 ile ısınma, temizlik vb. koşullarında yaşandığı görüldü.”
Eğitimle ilgili konu, borçlanma içerisinde çok kritik bir öneme sahip. Darmadağın edilen ve güvenin yitirildiği eğitim sisteminde, çocuklarına bırakacak tek mirası eğitim olan geniş bir nüfusun, bu uğurda yapacağı harcamalardan kaçınmadığı, borç harç da olsa yaptığı görülüyor.
İş burada bitiyor mu? Elbette hayır. Bilhassa okullardaki talepler, ‘çocuğum eksik kalmasın’ duygusu içerisinde aileleri gücünün üzerinde harcamaya itiyor. Sadece özel okullardan bahsetmiyorum.
Bugünün Türkiyesi’nde devlet okullarının sıralarını bile velilerin yaptırdığını düşünürseniz, harcama kalemleri içinde, hiç dinmeyen listeler önemli bir harcama başlığını oluşturuyor. Türkiye’deki gelir farklılığını, nüfusun ilk 20’si ile son 20’si arasında 8 kat olarak hatırlarsanız, işte burada eğitimin dışında ortam nedeniyle de çocuklara yapılan harcamaların nasıl katlandığını görürsünüz.
Eğitimi kalitesizleştirip, sonra özel okullar sektörü yaratıp, hem parasını alıp, hem ortamdan dolayı gücünü zorladığımız aileler, tüketim ekonomisi içerisinde en belirleyici rolü üstlendi. Bugün borçlanmayı analiz ettiğinizde bunun öncelikli başlık olduğunu ve bunun tetiklediği harcamaların da gücü aştığını görürsünüz.
Şüphesiz daha eğitim aşamasında bu istemsiz rekabete sokulan çocukların, bir süre sonra tüm harcamalarda belirleyici rol oynadığını tahmin etmek zor değil. İşte biz tam da aile bütçesinin egemenliğini burada yitirdik.
Neticede geldiğimiz nokta, borçlu ve parçalanan aileler, çok para harcanmasına rağmen iyi bir eğitim alamayan çocuklar, içinden çıkılamayan aile bütçeleri, tasarruf bilmeyen bir kuşak, işsizlikte perçinlenen toplum fotoğrafı.
Şimdi 23 Nisan’ı kutlarken, bir de nerede ders çalışacağımızı düşünelim. Düşünmez isek, ulusal egemenliği de çocuk kavramını da, bize bırakılan emaneti de doğru anlayamadık demektir.