Tüketicinin son derece zor bir dönemden geçtiğinin farkındayım. Fakat arka arkaya gelen açıklamalara, yeni yıldaki ücret ve maaş artışı yaklaşımlarına baktığınızda, 2025 senesinin bu yıldan çok daha zor geçeceği gözüküyor.
Gelirsizlik açmazına düşmüş tüketicinin, hızla niteliksiz ürünlere doğru yöneldiğini ve bunun da kayıt dışı ekonomiyi besleyen, önümüzdeki birkaç sene sonra da sağlık harcamalarını patlatacak bir unsur olduğunu göz ardı edemeyiz.
Ne var ki sadece bu durumun bile vergi gelirlerinde düşüşe, piyasa dengelerinin bozulmasına ve merdiven altı üretimlerin, nitelikli çalışanlar karşısında avantaj kazanacak olmasına kulak asmayan ekonomi yönetimi, hatalı ısrarını devam ettiriyor.
Merkez Bankası raporları da, enflasyon raporlamaları da, Hazine ve Maliye Bakanı’nın açıklamaları da, faiz kararları sonrası kamuoyuna duyurulan tutanaklar da, hatta IMF de ağız birliği etmişçesine, sorunların çaresini tüketimi durdurmakta görüyor.
Oysa burası tasarruf sahibi ve yüksek gelirli insanların ülkesi değil. Hatta çoğunluğu açlık sınırının, tamamına yakını da yoksulluk sınırının altında kalmış, bununla birlikte aşırı borçlu bireyler haline gelmiş bir fotoğrafın içinde yaşıyor.
Bırakın gerçek bulunmayan enflasyonu, hayallerdeki enflasyon oranında gelirlerine artış yaparsanız ki eğilim bu yönde, insanları da, piyasayı da, ekonomiyi de çok daha büyük bir açmazın ortasına itersiniz.
Maalesef bu eğilim devam ettirilecek gözüküyor ki, bunun da herhangi bir partinin talebi olmaksızın, ülkeyi 2025 yılında bir erken seçime götürmesi ve seçim maliyetinin de tüm sorunların üzerine eklenmesi kaçınılmaz duruyor.
Türkiye ekonomisinde ve tüketici cephesindeki en büyük sorun dibe dayanmış bir talep ve gelirsizliğin beslediği kayıt dışılıktır. Son dönemde arka arkaya patlayan taklit-tağşiş oranlarını bu gelirsizlik gerçeği üzerinde okumazsanız, hem sorunu ortadan kaldıramazsınız, hem de insanları, yani tüketiciyi kalitesiz ürünlere doğru yönlendirirsiniz.
Bunu fırsat bilen merdiven altı üretim aktörleri de, her türlü kural dışılığı piyasanın içine katar ve işler içinden çıkılmaz bir hududa gelir. Türkiye’nin bu saçma rakam tutkusundan sıyrılıp, önceliği tüketicisini güçlendirecek bir gelir modeline yönlendirmesi gerekiyor.
Tam tersi yapılırsa, ki öyle gözüküyor, bu sadece daha çok bozulan bir tüketim kalitesini, buna bağlı olarak niteliksizleşen piyasayla, haksız rekabete uğradığı için ayakta kalmakta zorlanarak işsizliği tetikleyecek bir reel sektörü besler.
Bu nedenle, açlık ve yoksulluk sınırının çok uzağına düşmüş, telaffuz edilen rakamlarla daha da uzağına düşeceği anlaşılan tüketiciyi, vatandaşı gelir olarak rahatlatmanın, bunu maaş olarak ödeyeceklerinde de sübvanse edildiği, planlı bir ekonominin tartışılması gerekiyor.
Yoksa bu gidişat, tamamen tüm göstergeleri de, toplumu da, aile düzenini de ve ekosistemi de bozacak bir noktaya doğru ilerliyor.