2 binli yıllarda, yani parasal genişlemenin yaşandığı o süreçte tüketici kredilere boğuldu. Neredeyse sorgusuz sualsiz verilen krediler, bir süre sonra öylesine büyük bir hacim oluşturdu ki, alanın da verenin de mutlu olduğu bir sistem kurdu.
Uzayan vadeler, kredi kartına taksitler, ihtiyaç kredileri, kredi kartları bizi 6,4 milyar TL’den 2 trilyon TL’ye koşan bir tüketici borcu fotoğrafına doğru koşturdu. Herkes memnundu. Firmalar ne üretirse satıyor, tüketici rahatça tüketiyordu. Sahte bir refah ortamı yakalandı.
O süreçte tüketici sivil toplum kuruluşları da, aklı başında kalan basın mensupları da hep bir konuya dikkat çektiler. ‘Yapmayın, gelirinizden fazla tüketmeyin. Ödeme gücünüzü aşan tüketimlere yönelip, gelecekteki gelirlerinize ipotek koydurmayın.’
Hatta o dönemin en dikkat çekici mottolarının başında ‘tüketirken tükenmeyin’ geliyordu. Çünkü siyasetinden reel sektörüne, bankacılıktan tüketicisine kadar herkesin hoşuna giden ve sonuç aldığı bu sistem büyülü bir ortam yaratırken, aslında Türkiye ekonomisini bugünkü açmazlarına hazırlıyordu.
Ne yazık ki geldiğimiz noktada bu motto hayal oldu. Yani artık insanlara tüketirken tükenmeyin diyemiyoruz. Çünkü tükendiler. Bu ülkede kurbanlık koyun fiyatlarındaki artış bile yüzde 150 olurken, sahte bir enflasyonla yüzde 50 gelir artışı sunulan insanlar, büyük bir açmaz içinde boğuşuyor.
Açlık ve yoksulluk sınırının yakınından geçmeyen, hatta altında kalan ücretlendirme politikalarıyla, alanın memnun olmadığı, verenin veremediği maaşların konuşulduğu bir ekonomik fotoğraf içerisinde, reel sektöründen tüketicisine herkes kredi batağına saplanmış durumda.
En kötüsü ise bu konudan hiç ders alınmamış olması. Ekonomi yönetimi bir yanda kredilendirmeleri kısmaya çalışırken, öte tarafta bankalara ‘ver’ baskısı yapıyor; hatta görev zararları üzerinden geleceği ipotek altına alarak, kamu bankaları aracılığıyla sistemi sürdürmeye uğraşıyor. Seçimde bunun örneklerini gördük.
Oysa insanların tükenmişlikleri, yetişemediği fiyatlar, bir yandan fakirlik, öte tarafta bankalar üzerinde gelen ödeme borçları ve yeniden borçlanma ihtiyaçları, işi tam bir kısır döngüye soktu.
Bugün geldiğimiz noktada tükenmiş insanlara, dağ gibi yığılmış borçları miras bırakırken, insanlar ebeveynlerini yitirdiğinde reddi miras yapmanın rekorunu kırdılar. Çünkü kalan miras değil, genellikle borç oluyordu.
Peki sorarım sizlere, aynı durum kamu için de geçerli değil mi? Bakmayın kamu borcunun düşük gözüktüğüne... Geleceğe yönelik verilen ödeme garantilerinden başlayıp, bütçe açıklarına kadar uzanan, borçlardaki teminatlara varan bir yelpazede kamu da işin içinden nasıl çıkacağını bilemiyor; zira israf alışkanlığı oraya da sirayet etti.
Soru şu: Bu fotoğraf içerisinde dev bütçe açıklarını kim karşılayacak? Yeni zam ve vergilerle vatandaş. O zaman soru şu: Tükenmişin yük taşıyacak gücü kaldı mı? İşte açmaz bu.
[email protected]