Türkiye zamlarla yatıp, zamlarla kalkıyor. Bir tarafta gerçek olmayan enflasyon üzerinden verilen ve reklamı yapılan gelir artışları, diğer taraftan ne hikmetse ekonominin gerçekleri üzerinden yapılan giderlere yansıtılan zamlar...
Çok net söylüyorum ki, vatandaş bu yükü kaldıramaz. Öncelikle şunun altını çizelim ki, 1,1 trilyon TL’lik ek bütçe aslında adı konulmasa da bütçe açığıdır. Diyeceksiniz ki deprem felaketi yaşadık.
Oysa 2022 yılında deprem yoktu ve yine yılın yarısında bütçeyi bitirdik ve 860 milyar TL’lik ek bütçe yaptık. Demek ki sorun yaşanan felaketlerin bilançosunda değil, paranın doğru kullanılmayış biçiminde.
Yıl sonunda açıklanan bütçe açıklarının hiçbir anlamı yok. Şayet siz yılın yarısında parayı bitiriyor; ek bütçe yapıyorsanız, bu sizin gerçek bütçe açığınızdır ve ekonomik bir fiyaskodur.
Geldik bu yıla... Kaşıkla verip kepçeyle almak dedikleri bu olsa gerek. Önce nasıl hesaplandığını bilmediğimiz bir enflasyon açıklandı. Bu bilinmezlik sadece bize ait değil. DİSK-AR’ın enflasyon hesaplamasındaki kalem kalem artışları istediği ve açıklaması durdurulan listenin, mahkeme kararıyla verilmesi gerektiği söylendiğinde TÜİK’in verdiği yazılı yanıt, elde böyle bir listenin olmadığı yönünde.
Yani enflasyonun hangi kriterlere ve ürün artışlarına göre yapıldığını TÜİK de bilmiyor. Zira bilmesi için böyle bir listenin var olması gerekir. O zaman geriye iki alternatif kalıyor. Kurum ya listeyi açıklamaktan imtina ediyor ya da gerçekten kritersiz bir enflasyon ile muhatabız.
Mesele sadece rakam olsa iyi de, maaş artışları ve enflasyon yıpranma payları da bu oran üzerinden belirleniyor. Hali hazırda açıklanan maaşların açlık sınırında gezindiği, ama işverenin de verme gücünün olmadığı bir ortamdayız. Emekli maaşlarıyla, işsizlik maaşlarını söylemiyorum bile.
Bitmedi, vatandaş çok ciddi bir borç yükü altında ve yaşamını idame ettirmek için ne geliri artıyor ne de yeni kredi bulabiliyor. Şimdi bu vatandaş fotoğrafı içerisinde, onun giderlerine direkt etki edecek zamlarla muhatap ediyorsunuz.
Sadece KDV’yi bile dikkate alsanız, ortada 2 puanlık bir artış yok. Lüks tanımlarının akılları karıştırdığı bir ortamda yüzde 8’den yüzde 10’a çıkması yüzde 25’lik, yüzde 18’den yüzde 20’ye çıkması da yüzde 12’lik ürün fiyatına vergi zammı demektir.
Daha önce KDV’leri azaltıp, fiyatların da düşmesi beklendi ve hatta akla ziyan bir biçimde market raflarıyla kasa arasında fırsatçı arandı. Oysa gerçek sorun raf ile kasa arasında değil, muhasebe ile üretim zinciri ya da ithalat noktası arasındaydı. Bunun fiyatları düşürmesi olanaksızdı; zira KDV satın alınan malın rafa konulması aşamasında üzerine gelen vergidir.
Geriye dönük fiyatları düşüremezsiniz ama KDV’ye artış yaptığınızda iş tersine işler. Çünkü tüm maliyetlerin üzerine rafa konulan mala zam demektir ve bu da tüketicinin cebine etki ettiği gibi, satan ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu haliyle de hem satın alma gücünü düşürür hem de enflasyonun daha da yükselmesine neden olur.
Günün sonunda iğneden ipliğe bir zam yağmuru yaşandı. Ama şu bir gerçek ki bu fırtınaya dönüşecek ve daha çok zamlanan ürünler, ama tersinde de kaybedilen satınalma gücü gerçeğini yaşayacağız.
Ve en önemli gerçek, tüketeniyle üreteniyle, satanıyla çalışanıyla vatandaşın bunu kaldıracak gücü yok. Ürünlerin maliyeti artıyorsa, üretimsizlik yükseliyorsa ve siz elinizdeki bütçeyi doğru kullanmayıp, sürekli ek bütçe yapıyorsanız, pansuman tedbirle bu işin içinden çıkamayız. Vatandaş da bu faturayı ödeyemez.
[email protected]