Pembe ekonomi masalları ve gerçekle ilgisi olmayan istatistikler üzerinden övünmek yerine, gerçek bir ekonomik program ihtiyacı gün geçtikçe kendisini hissettiriyor. Sokaktaki insanın alım gücündeki düşüş bir yana, borç gerçeği işin içinden çıkılmaz bir hal almaya başladı.
Büyük işletmelerin ardından, küçük işletmeler için de borç yapılandırılmasıyla ilgili bir düzenleme devreye sokuldu. Fakat bunların ne kadar hayata geçeceği büyük bir muamma. Son olarak sayısı hızla artan icra dosyalarının varlığının olduğu ülkede, 2019 senesinin dokuz ayında takibe düşen kredi oranı da açıklandı.
Türkiye Bankalar Birliği Merkezi’nin Risk Raporu’na göre yılın 9 ayında bireysel kredi ve kredi kartı borcundan dolayı yasal takibe düşen insan sayısı 1 milyon 205 bine ulaştı. Bunun dönemsel artış oranı ise yüzde 14.
Son derece sıkıntılı bir yükselme oranından bahsediyoruz. İcraya düşen dosya sayısının 28 milyon olarak telaffuz edildiği bir ortamda, yüzde 14’lük artış oranı sıradan yurttaşların bile artık günlük harcamalarını karşılayamaz noktaya geldiğini bize anlatıyor.
Bu fotoğraf sıkıntılı bir süreci işaret ederken, bunun bankacılık sisteminden iç piyasadaki tıkanmaya kadar bir çok sorunu beraberinde getireceğini görmek için dahi olmaya gerek yok. Nakdi kredilerin ve ticari kredilerin oranındaki dramatik düşüşlere bakılırsa, çok da haksız sayılmayacak biçimde bankaların insanları finanse edemediği gözleniyor.
Zamanında ortaya çıkan bu tablodan, gelişigüzel kredi dağıtarak yüksek kazançlar sağlayan, iktidarın da gelir/kredi oranı ihlallerine göz yumarak, siyasi sonuca tahvil etmesinden dolayı direkt hatalı olan bankaların, bugünkü koşullarda kredi verememesi ise son derece normal. Yani dün ne kadar hatalıysalar, bugün de o kadar çaresizler.
Şimdi bu işin teşhis ve tespit noktası... Hızla kötüleşen bu grafiği konuşmanın ise tek başına kimseye faydası yok. Fakat yapılacak bir şey var. Madem ekonomi yönetimi bankaların bilançolarını ve gerçeklerini zorlayarak kamu bankaları başta olmak üzere kredilendirmeyi esas alıyor; o zaman ortaya çıkacak bedeli faydaya çevirmek lazım.
Yanlış anlamadınız bu ‘kredi ver’ baskısının bir maliyeti olacak. Madem ki bir fatura ödeyeceğiz; o zaman meseleyi görece kazanca çevirmenin yollarını aramamız lazım. Bankaları ev satmak için baskılayıp kredi vermeye zorlayacağımıza, geçmişte reel sektör için yapılan İstanbul ya da Ankara yaklaşımı gibi bir süreci konuşalım.
Madem akıl dışı bir faiz zorlamasını ortaya atıyoruz ve filmin sonunda bunun bedelini ödeyeceğiz, o zaman ayakta kalan hane ve firma sayısını çoğaltmalı, bankaları da şüpheli alacak probleminden kurtarmalıyız.
İktidar gerçekten ödenebilir bir faiz oranı açıklasın. Bankalar sorunlu ya da değil, tüm borçları kamu bankalarının öncülüğünde tekrar yapılandırsın. Gereksiz ve üzerine gecikmeden dolayı konulan anormal farklar silinsin.
Kamu bankaları bu borçları bünyesinde toplayıp, insanları uzun vadeli, düşük faizli ve ödenebilir krediler olarak borçlandırsın. İki tane müteahhide para kazandırmaktan çok daha önemli olduğunu düşündüğüm bu yaklaşıma da vatandaş yaklaşımı denilsin.
Böylece hem sorunlu kredi problemi halledilsin, hem de vatandaşa nefes aldırılsın, hem batık kredi oranıyla bir bankacılık krizi önlensin, hem de zaten borcunu ödemeye çalışan vatandaşın borcundan kurtulması sağlansın.
Elbette aynı yaklaşımı vergiden sigortaya kadar her alana yaymak lazım. Yalnız bir ayrıntı önemli. Bu bir af değil, gerçekten ana parayı kurtaracak metotlar üzerinden bir yapılandırma olmalı. Yani faizi silip, sonra tekrar vadelendirirken, üzerine yeni oranlar koyup, borcu ödenemez kılan, bugüne kadarki saçma yapılandırmalardan söz etmiyorum.
Ülkece borcu tavana çekip, ödenebilir kılmaktan söz ediyorum. Meseleye şimdi el koyar ve bu sisteme geçersek, ortaya çıkacak faturayı bankaları finanse etme maliyetiyle kurtarırız. Yoksa günün sonunda bu gidişle hem borcun tamamı kamulaşacak, hem de elimizde muhtemelen patlayan finans sistemi olacak.
Gelin bir kez olsun sorunumuzla yüzleşip, gerçekten bir şeyler yapıp, ortadaki faturayı azaltırken ödenebilir kılalım. İnanın bana hem iç piyasadaki tıkanmanın nispeten aşıldığını, hem faizlerin kendiliğinden düştüğünü göreceğiz. Yeter ki savurganlığı bırakıp, hesap kitap yaparak bu finansman maliyetini yönetelim.
[email protected]