Türkiye’de ekonomiyi ve bu ekonominin içinde vatandaşın durumunu konuşacaksak İstanbul’a özel mercek tutmak gerekiyor. Çünkü 2019 yılının sonunda açıklanan 2018 yılında 81 ilin performansını ortaya koyan TÜİK’in raporlamalarına göre ekonomide ve yaratılan değerdeki ağırlığı yüzde 31.
Nüfus bakımından da neredeyse ülkenin dörtte birinin yaşadığı kent olması sebebiyle önemli bir gösterge. Bunlar ekonominin ve vatandaşın durumun ölçmek adına kritik ağırlıklar. Yoksa elbette her il kendi ölçüsünde değerli.
Peki son derece kritik bir role sahip İstanbul’da vatandaşın durumu ne? Ne yazık ki yaşam mücadelesi veriyor. Bilhassa pandemi sürecinin zor koşullarını ağırlaştırdığı ve geçim kaygısının hayatta kalma kriterine kadar ulaştığı gözleniyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstanbul İstatistik Ofisi’nin ortaya koyduğu son rapor ise hiç hoş bir tablo paylaşmıyor. Türkiye’deki verilere ilave olarak, Birleşmiş Milletler, OECD ve Dünya Bankası verilerinden de faydalanılarak ortaya çıkan çalışmanın sonuçları kırmızı seviyesinde bir alarmı paylaşıyor.
Korona sürecinin İstanbul ekonomisine etkilerinin paylaşıldığı çalışmaya göre, işsizlik dikkat çekiyor. İşsizlik ödeneği başvurusundaki artış yüzde 37,6 olurken, işsizlik ödeneğini hak edenlerin sayısı yüzde 33,7 azaldı.
Ne garip bir çelişki değil mi? İşsizlik gerçeğiyle yüzleşen ve bu konuda dara düşenlerin sayısı artarken, hakkını kaybedenlerin de neredeyse aynı yüzdeyle azalması... Bu bambaşka bir çaresizliği ve kriterlere ilişkin de zorlaştırıcı etkileri bize anlatıyor.
İşsiz sayılmanız için önemli kriterlerden biri de ne? İŞKUR’a başvurmak… Bu aslında daha sonra işsiz sayılıp sayılmamaya kadar giden ilginç bir bakış açısı. Çünkü işsiz gerçeğini sadece kurum üzerinden okursanız, ancak kendinizi kandırırsınız. Ama buna rağmen İŞKUR’un ilde işe yerleştirmelerinde bu dönemde yüzde 85 azalma olduğu ortaya çıktı.
Geçim sıkıntısı o kadar büyüdü ki, ilde borçlanma tavan yaptı. Elbette onunla birlikte takibe düşen kredi oranı da yüzde 41 yükseldi. Fakat borçlanma yapısı daha da ilginç. Çünkü ilk kez konut kredisine yönelik başvurular, ihtiyaç kredilerinin gerisinde kaldı.
İstanbul gibi dev bir metropol düşünün ki her 4 haneden biri sosyal yardım başvurusunda bulunmak zorunda kalsın. Yoksulluk çeken evlerde işsizlik yüzde 37,6 artsın. Salgınla birlikte dar gelirlilerin borçları yüzde 78 yükselsin. Ama ülkenin yarattığı değerin üçte birini oluşturan ilde durum buyken, ülkede ekonomiyi yönetenler çıkıp güllük gülistanlık manzara anlatsın.
Bu tablo daha da ağırlaşacak. Çünkü yapılan ticaretten, elektrik kullanımındaki sağlamayı yaparak düşen üretime kadar her bulgu işsizliğin tsunami gibi geldiğini bize anlatıyor. Ve tüm bu gerçekler ışığında, raporda da altı çizildiği üzere vatandaşın gelirsiz 1 ay bile dayanacak gücü yok.
Daha garip bir şey paylaşayım. Bu kadar yoksulluk ve yoksunluk çeken, borçlanması, yaşam giderleri artan ama geliri hızla azalan kentin insanları özel tüketim yapmayı sürdürmüş ve ildeki ÖTV gelirleri yüzde 85,8 artmış.
Ne garip değil mi? Oysa manzaraya bakılırsa kimsenin özel tüketim ya da lüks tüketim yapacak hali yok. Belki de hata ÖTV yaklaşımında ve tüketimdeki kalemlere lüks tanımlaması yapılırkenki değerlendirmededir. Ne dersiniz?
[email protected]