Tüketici güveni mayıs ayında bir kez daha çöktü. Yüzde 13’lik azalmayla nötr noktasının yarısına geriledi.
Hanenin maddi durum beklentisinin yüzde 10,1; genel ekonomik durum beklentisi yüzde 14,9; tasarruf etme ihtimali yüzde 20,3 azaldı. Yani tüketici özetle yarına ilişkin ekonomiye güvenmediğini açık bir biçimde ifade ediyor.
Bunun elbette birçok nedeni var. Vatandaşın geçinemiyor olmasından, işinin garanti olmamasına, borçlu yapısından enflasyonun dizginlenemeyen çıkışına kadar bir dizi sebep sayabilirim.
Fakat daha temelde başka bir sorun var: Yaklaşım... Bunun birçok örneklerini görüyoruz ama hiçbiri son yaşanan kadar gerçekleri gözümüzün önüne sermemişti. Cuma günü cami çıkışında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir vatandaşın diyaloğu geçiştirilecek cinsten değil.
Ekonomik sıkıntılar her zaman olabilir. Fakat tüketicide ya da vatandaşta güvensizlik ortaya çıkıyor ve şiddetini arttırarak kendisini hissettiriyorsa, bunda temel sorun yaklaşımdaki tahammül edilmekten uzak özelliktir.
Genç bir kadın Cumhurbaşkanı’nın yanına geliyor ve EYT, tam adıyla emeklilikte yaşa takılanların durumunu dile getiriyor. Cumhurbaşkanı kendisine ‘Erken emeklilik diye bir şey yok’ diyerek yanıt veriyor ve konuyu kapatmaya çalışıyor.
Öncelikle yıllardır anlatılmasına rağmen Cumhurbaşkanı’nın EYT meselesini anlamaktan uzak bir çizgisi olduğu gözleniyor. Şu çok açık ki bu insanlar erken emeklilik talebiyle ortaya çıkmıyorlar.
1999 yılında yapılan bir düzenlemeyle, hukukun ihlal edilerek terse işletilmesi ve 2008 yılında Sosyal Güvenlik Reformu adı altında bugün sistemin iflasına neden olan düzenlemeyi yapmasıyla emekli olamayan insanlardan bahsediyoruz.
Yani devlet vatandaş hakkı gasp ettiğini kabullenmiyor. Oysa bu insanlar işe başlarken sigorta üzerinden devletle yaptıkları anlaşmaya uymuşlar. İstenen kadar prim ödemişler, yasanın öngördüğü süre boyunca da çalışmışlar. Fakat maç sırasında iktidarın biri kuralı değiştirmiş diğeri de bu haksızlığı doğru kabul etmiş.
Biliyoruz ki dünyanın hiçbir yerinde kanunlar geriye doğru işletilmez ve hak sahibinin edinimleri korunur. Şimdi bu işi ‘erken emeklilik istiyorlar’ deyip sulandırarak ört bas etmeye çalışıyorlar. Oysa biliyoruz ki EYT’nin erken emeklilik talebiyle uzaktan yakından ilgisi yok.
Bu insanlara devlet ‘gençsin’, işveren ‘yaşlısın’ diyor. Olur da iş bulabilirse, çalıştığı gün, emekliliğe hak kazandığında kendisine güdükleşmiş bir maaştan başta bir çıktı da getirmiyor. Hanımefendinin bu talebini savuran Cumhurbaşkanı ikinci söylem üzerine daha tarihi bir gaf yapıyor.
Kadın kendisine iki üniversite mezunu olmasına rağmen iş bulamadığından yakınınca, eşinin ne yaptığını soruyor. ‘Çalışıyor ama geçinemiyoruz’ yanıtını alınca, ‘gördün mü’ diye yanıt veriyor.
Birincisi çalışmasına rağmen evini geçindiremeyen bir aile ferdinin normal karşılanması bir yanda, çalışmanın aileye değil, kişiye özgü bir hak olduğunu görmezlikten gelme öte yanda sıkıntının boyutunu büyütüyor.
Görüldüğü üzere ortada ciddi bir yaklaşım sorunu ve ‘verilenle yetin’ tavrı var. Bunun hiçbir iktisadi karşılığının olmadığını bilen tüketici de güvensizliğini arttırmaya devam ediyor. Yani güvensizlik sadece ekonomik gerçeklerde değil, yaklaşımda ve ‘verilenle yetin’ tavrında gizli. Ama bunu ancak görmek isteyen görüyor; diğerleri de rakamlarla oynayarak durumu düzeltip düzeltemeyeceğine akıl yoruyor. Olan da evde ekmek bekleyen çocuklara oluyor.
[email protected]